• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • https://www.facebook.com/medyaparis
  • https://twitter.com/medyaparis
'Editör'ün Kaleminden. GÜÇ VE KUVVET KİME AİT DERSİNİZ!..
'Editör'ün Kaleminden.'
GÜÇ VE KUVVET KİME AİT DERSİNİZ!..

    Son günlerde yaşanan siyasal toplumsal olaylar bugünün problemi gibi görünse de aslında degildir.

    Yarının problemi de değildir. Bütün zamanların problemidir. İnsanoglunun var oluşundan bugüne kadar gelen bir döngüdür bu. Dikkatli bakarsanız görürsünüz. Nasıl mı izah etmeye çalışalım dilimiz döndüğünce.

    Öncelikli olarak günümüzde yaşanan bir misalden yola çıkalım isterseniz. Her yıl bayramlarda yaşanan bir gün önce bir gün sonra hilal göründü yok daha görünmedi meselesi periyodik yaşanan bir mevzuu. Bu aslında ümmetin lehine mi aleyhine mi bir konudur derseniz cevabını siz bulun diyorum. Fakat her ne hikmet ise her yıl yaşanır. Efendim bu bir sünnet ve icma konusudur dünyanın jeolojik yapısından farklılıklardan kaynaklanır falan-filan gibi savunmalar da kısmen doğruluk payı bulunsa da doğruyu ifade etmez.

     Aslında bu tamamen bir güç ve kuvvet gösterisidir. Hükmetmek ve benim dediğim olur ve olmalıdır mevzuudur.
    Dikkatlice bakarsanız farkedersiniz. Hükmetmek güç sahibi olmak bazılarına göre aşikar, bazılarına göre gizli. Bazılarına göre sezdirmeden.

    İktidar olmak yada olmamak işte bütün mevzuu bu.

     Geçtiğimiz yıl Diyanet İşleri Başkanı bayramın tarihini bir gün önceden ilan etti fakat Arabistan'da bir gün sonra bayram yapıldı. Malumunuz bayram günü oruç tutmak haramdır. Kendisi Hac'da olduğu için oraya uymak zorunda kaldı. Türkiye,de ise o gün bayram yapıldı. Peki sonunda kimin dediği oldu.

     Bir de asr-ı Saadet dönemine bakalım Ebu Cehil ve diger müşrikler Allah Rasulu (sav)'in peygamber olduğunu bilmiyor mu idi ki de ona tabii olup sahabe olma şerefine nail olmadılar.

    Yoksa bilmediğimiz ya da kısmen bildiğimiz farklı sebeblerimi var idi.

    Öncelikle müşrikler kendi aralarında toplanmış konuşurlarken müşriklerin ağzından dökülen cümleler herşeyi anlatmada tek cümle ile. Ne diyordu Mekke'nin önde gelenleri; "evet onun peygamber olduğuna inanıyoruz AMA, neden O."

   Eger peygamberlik gelecek birisi var ise o da ben yada bizden biri olmalıydı.

    Mekkenin önde geleni, egitimli, kültürlü, nüfuz para ve güç iktidar sahibi bizler varken neden Abdulmuttalibin yetimi ?.....Neden okuma yazma bile bilmeyen biri ?..., Neden Muhammed!... Neden O ?....

    Ya Muhammed, Sen kim oluyorsun da bizim güç kuvvetimize saltanatımıza ticaretimize hüküm, ikdidarımıza kast ediyorsun. Nasıl olur da sen bunları bizden almaya kalkarsın. Ey Muhammed öyle ise sen ölümü çoktan hakettin.

     Aynı tavır ve davranış Medine'ye hicret sonrasında Yahudilerde de mevcuttur. Eğer bir peygamber gelecek ise bizim kavmimizden gelmeli degilmiydi.
     Neden onlardan?

    Rabbimizin Kuran-ı Kerim in ifadesi ile "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu (peygamberi) kendi öz ogullarından daha iyi tanırlar." (En'am-20) buyurur.

    İşte asıl mesele budur. Ben veya sen, biz veya siz.

    Peki ya Firavun Musa (as)ın peygamber oldugunu bilmiyor mu idi ki de iman etmedi.

     O kadar mucize ve ibretten sonra ne zaman ki ölüm anı gelip kızıldeniz yutacagında her şeyini iktidarını saltanatını kaybettiğini anladığı tam o anda;
"Ben de Musa'nın Rabbine iman ettim inandım" demiş ama, imanı Allah indinde geçerli iman olarak kabul görmemiştir.

    Neticede iman meselesi aslında İMKÂN meselesidir.
    İmkan demek hükmetmek, yönlendirmek güç ve kuvvet servet, siyaset şehvet kapılarının anahtarlarını elinizde tutmak ya da bırakabilmek demektir. Bunun zevk ve hastalığı sarhoşluğu ise ayrı bir lezzet verir kimde bulunursa bulunsun elinde bulunduranlara. Hangi insanda Hangi cemaat, cemiyet, toplumda, ve ülkede bulunursa bulunsun.

     Bütün bunları Allah için terkedebiliyorsanız imanınız o zaman kâmil iman olur. Eger ki birileri kalkar da bunu örseler ve böyle degil der ise, bakın siz o zaman kopan gürültüye dökülen kanlara çekilen kılıçlara.

    Hükmetmek ve benim dediğim olur demek çok ama çok sinsi bir nefis hastalığıdır. Gerek bireysel gerek toplumsal anlamda.

     Evet mes'ele ilahi rıza ise insanlar ülkeler gruplar cemaatler cemiyetler şahıslar bulundukları halden ödün verebilmeli bunu Rıza-i İlahi için yapmalıdırlar.
Bakınız Allah(cc) Kuran-ı Kerimde Nisa suresi 4 ayette ne buyurur.

    "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eger herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arzedin. Bu daha iyidir ve sonuç bakımından daha güzeldir."

Unutmayalım ki bir kez daha,

   "Lâ ilahe illalhah, La havle ve la Kuvvete illa Billah"

(Güç ve kuvvet yalnız Allah'a mahsusstur.) diyerek, gücün, kudretin kime ait oldugunu hatırlayalım.

    Şayet Maksat eger Ümmet'in ve İslam'ın menfaati ise Şahsi, Grup, Cemiyet, Cemaat, hatta ülkeler de çıkarlarından vazgeçebilme erdemini göstermelidir.

 
     Her gün namazlarımızda defalarca okuduğumuz Fatiha'nın anlamını bin ama kez daha derin derin tefekkür etmeliyiz.
     "Ey rabbimiz Bizi doğru yola ilet; Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil." (Fatiha-6-7)

     Çıkarlar menfaatler adına durduğumuz tarafı bir kez daha gözden geçirelim.

     Sorun kendinize, Size cevabı kalbinizin en derin köşesi haykırarak verecektir.

    Allah (cc) bu ikazı bizlere hangi zaman, hangi durum hangi zemin için buyurur dersiniz. Bu ayetin muhatabı iktidar, cemaat, cemiyet, kurum ve ülkeler, inanıyorum diyen her Müslüman değilmidir.


"Mü'minler ancak ve ancak kardeştir."
(Hucurat-49)
"Ey iman edenler iman ediniz." (Nisa-136)

     Esas mes'ele aslında şudur;
Biz gerçekten Kitaba mı uyduk ?...
Yosa, kitabına mı uydurduk ?...


  
1082 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın