• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • https://www.facebook.com/medyaparis
  • https://twitter.com/medyaparis

Hayrettin Karaman'ın fetvası tartışılıyor!İşte Büyük İslam Alimlerimizden Hayrettin KARAMAN hocaefendinin o tartışma yaratan yazısı:

Son zamanlarda sıkça tartışılan konulardan biri federasyon. Türkiye'de ilk olarak BDP'nin talebi olarak karşımıza çıktı. Kürt Sorunu'nun çözümüne dair ortaya attığı "yerinden yönetim" talebi birçok tartışmayı da beraberinde getirmişti. BDP'nin bu önerisi üzerinden gerçekleşen tartışmalar uzun bir süre gündemdeki yerini korudu. BDP bu talebinde her seferinde sıkça dile getirmeye devam ederken, şimdi bu tartışmanın bir benzeri de   Irak'ta, Kerkük'ün Kürdistan'a bağlanması ile alakalı gündeme geldi. Bağdad uzman ulema Proflarından olan Abdulkerim Zeydan’ın  ; Federatif veya bölgesel sistem adı altında Irak'ın bölünmesi, izalesi farz olan bir münker (meşru olmayan bir tasarruf)tur fetvası üzerinden Hayrettin Karaman'ın, Kundakçı hikayesi üzerinden verdiği "Bölünmeye giden yol kapatılmalıdır" fetvası. Tartışmayı tekrardan hararetli bir boyuta taşıdı. 
 
İşte Büyük İslam Alimlerimizden Hayrettin KARAMAN hocaefendinin o tartışma yaratan yazısı:

 
 
 Bölünmeye giden yol kapatılmalıdır
 
Hayrettin Karaman
 
Vaktiyle bir "kundakçı" hikayesi dinlemiştim. Bir şehirde kundakçılar türemiş; evleri, dükkanları, başkaca mekanları yakıyorlarmış. Birgün bir eve yaşlı, perişan kılıklı bir adam gelmiş, yatacak yeri olmadığını söylemiş ve çatıda barınmasına izin vermeleri için yalvarmış (Bu kundakçının ilk adımı). Evin sahibi adama acımış, kundakçı olmayabilir diye izin vermiş. Birkaç gün sonra ihtiyar elinde bir miktar çalı çırpı ile eve gelirken (Bu kundakçının ikinci adımı; yakacak topluyor) ev sahibi görmüş, "Bunlar ne?" diye sormuş, "Yola atılmış, zayi olmasın diye topladım, belki lazım olur" cevabını almış; "kışın lazım olur" demek istiyor" diye yorumlayıp dokunmamış. Bir başka gün ihtiyarın elinde kibrit ve çıra görmüş (bu üçüncü adım), "Herhalde gece uyanınca ışığa ihtiyacı oluyor" diye düşünmüş ve dokunmamış. Sonunda bir gün sahibi evine gelirken çatıdan alevler çıktığını görmüş, pişman olup döğünmüş ama iş işten geçmiş ve kundakçı işini görmüş.
 
İslam fıkıh usulünde "Seddü'z-zerâi'" diye bir hüküm yöntemi (fer'î asıl) var; buna göre mübah olan bir fiil, bir izin, bir tasarruf adım adım yasak ve haram olana doğru gidiyor, buna yol açıyor, bu sonucu doğuruyorsa, o "mubah serbest, helal" olan fiil... caiz olmaktan çıkıyor, yasaklanıyor. Bu kuralın, normal hayatı olumsuz etkilememesi ve hak ve hürriyetleri ölçüsüsüz kısıtlamaması için dikkatli olarak kullanılması da gerekiyor.

Hikayemizde yersiz yurtsuz bir adama yatacak, barınacak bir yer sağlamak mübah değil, müstehab, sevaplı, güzel, insani bir eylem. Lakin ortada yaygın bir tehlike var (kundakçılık) ne idiüğü belli olmayan bir adamı çatıya yerleştirmenin de buna yol açabileceği ihtimali varid; işte bu durumda seddü'z-zerî'a prensibi işletilmeli idi.

Bunları niçin yazdım?

Çağdaş İslam hukuk alimlerinden Prof. Dr. Abdulkerim Zeydân ile ilgili bilgi topluyordum, onun 2010 yılında yayınlanmış ve 2011 de teyit edilmiş bir fetvasına rasladım. Fetva Kerkük'ün Irak'tan ayırılarak Kürdistan'a bağlanmasıyla ilgili. Zeydan şöyle diyor:

"Federatif veya bölgesel sistem adı altında Irak'ın bölünmesi, izalesi farz olan bir münker (meşru olmayan bir tasarruf)tur. Bunu yapmak isteyenlere fiil, söz, destek, övgü, finansman vb. şekillerde yardımcı olmak caiz değildir. Hatta bunu yapanlarla ilgiyi kesmek, onlara karşı protest tavır takınmak gereklidir. Bu teşebbüs (tefrika, ümmetin birliğini bozmak) büyük günahlardan olduğu için teşebbüs edenlerin tazir çerçevesinde cezalandırılmaları meşru olur."

Zeydân bu fetvasına gerekçe olarak iki madde üzerinde duruyor:

1. Ayrılık için ileri sürülen gerekçeler ve mevcut duruma yönelik şikayetler böyle bir karar ve eylem için yeterli değildir. Bir yanlış, bir kötülük, ona denk veya ondan daha büyük bir yanlışla, bir kötülükle izale edilemez.

2. Müslümanların temel referansı dindir. Dinin caiz görmediği bir fiil, herhangi bir gerekçe ile tecviz edilemez.

Bizde bazı "insan hak ve hürriyetleri" havarileri de "federalizm dahil her şey konuşulabilir" gibi laflar ediyorlar da,o hikayeyi ve bu fetvayı bir katkı olur diye naklettim.

"Burası laik bir ülke, devlet yaptığını İslam'a göre mi yapıyor ki, siz bunu meşru görüp farklı teşebbüsleri din adına mahkum ediyorsunuz?" diye bir itiraz ileri sürülebilir.

Cevabım şudur:

Devlet laik diye Müslümanlar, serbest oldukları alanlarda İslam'ı uygulamıyorlar mı, imanları gereği buna mecbur değiller mi?

Durum böyle ise Müslümanların bütün farklılarla beraber üzerinde yaşadığı, ecdad yadigârı, ümmetin mülkü olan bu toprakları –yakın tarihte olanlara ek olarak- daha fazla bölmek meşru olmadığına göre Müslümanların bölmeye karşı tavır almaları gerekmez mi?

Müslümanlara düşen vazife daha fazla bölünmek, daha fazla çatışmak yerine birleşmek, bütünleşmek, hak ve adaleti birlikte sağlamak için işbirliği yapmak, birlik, dirlik ve düzenimizi bozarak meşru olmayan menfaat devşirme peşinde olanlara fırsat vermemektir. Mevcut düzen bu davranışa engel değildir. Kürt, Türk, Arab, Farsî, Berber... bütün Müslümanların âkıl adamları, Müslüman kanaat önderleri bir araya gelmeli, olup biteni müzakere etmeli, ümmetin yoluna ışık tutacak açıklamalar yapmalıdırlar. Düzen buna da engel değildir.
 
 
Tefrika Savunulamaz
 
Hayrettin Karaman

'Bölünmeye giden yol kapatılmalıdır' başlıklı bir yazı yazmıştım. Hemen her yazıda olduğu gibi buna da katılan ve katılmayan, beğenen ve beğenmeyen, yumuşak veya sert/incitici ifadelerle tepki veren okuycularım oldu.
 
Alim/fakih Abdulkerim Zeydan 'Bölücülere fırsat vermemeli, ısrar edenler cezalandırılmalı' diyordu. Buna karşı 'Zaten sizin işiniz zulümdür, işkencedir, cezalandırmaktır' cevabı geldi. Arkasından da şu sorular: 'Peki vaktiyle Suriye, Irak, Ürdün... ayrılıp ulus devletler olurken bu alimler nerede idi, niçin bunu engellemediler?'
 
Suçluya ceza vermek ne şahsi intikamdır, ne de zulümdür. Şeriata/hukuka göre suç olan ve sabit bulunan fiil cezalandırılr; cezanın felsefesinde belki bir miktar 'intikam' unsuru da vardır, ama ağırlıklı olan sebep daha derin, daha kapsamlıdır.
 
Osmanlı yenilip dağılma sürecine girince içeride ve dışarıda faaliyet gösteren, ortak ve özel menfaatleri bulunan bölücüler devreye girdiler ve bir büyük devletten (ümmetin olabildiğince büyük camiasından) birçok uyduruk ulus devlet çıkardılar. Bu sürece girmeden önce bu sonucu gören alimler gerekli uyarıları yaptılar, İslam birliği için yollar, yöntemler gösterdiler. Tefrika felaketi kapıyı çalınca da herbir parçada yaşayan basiretli alimler buna karşı çıktılar, birliğin bozulmaması için çaba gösterdiler; ama bir kere ok yaydan fırlamıştı. Bölünmeden sonra uyduruk devletçikler arasında 'bir şekilde birlik' oluşturmak için gayret edildi ve hâlâ da ediliyor. İslam ülkeleri arasındaki örgütlenmeler, işbirlikleri, diyaloglar, sıfır problem hedefleri... işte bu bütünleşmeye yönelik çabaların örnekleridir. Tabii şeytanın da vazifesi var, o da boş durmuyor, birileri bağlıyor, birileri çözüyor. Birileri barıştırıyor, birişleri araya fitne fesat sokuyor...
 
'Belli bir dili konuşan Müslüman topluluğunun ayrı bir devlet kurmasını yasaklayan ayet veya hadis mi var' diye de itiraz edilmiş.
 
Pek çok ayet ve hadis var da bir tanesini hatırlayalım:
 
'Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirine düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.' (Âl-i İmran: 3/103).
 
Müslümanlar ayrı ayrı ulus devletler kurunca bölünmüş, parçalanmış oluyorlar. Sonra 'ulusal egoizm ve çıkar' din kardeşliğinin, ümmet birliğinin ve çıkarının önüne geçiyor. Sözde Müslüman uluslar, bazen kafirlerle işbirliği yaparak kardeşleriyle savaşıyorlar.
 
Eğer Müslüman isek, bu sözün manasını ve şümulünü biliyorsak yapacağımız tek şey 'davranışlarımızı dinimize uygun kılmaktır'. Ümmeti daha fazla bölmenin ve birbirine düşürmenin İslam'da yeri olduğunu kimse iddia edemez. İşte bu sebeple o yazıyı şöyle bitirmiştim:
 
'Müslümanlara düşen vazife daha fazla bölünmek, daha fazla çatışmak yerine birleşmek, bütünleşmek, hak ve adaleti birlikte sağlamak için işbirliği yapmak, birlik, dirlik ve düzenimizi bozarak meşru olmayan menfaat devşirme peşinde olanlara fırsat vermemektir. Mevcut düzen bu davranışa engel değildir. Kürt, Türk, Arab, Farsî, Berberî... bütün Müslümanların âkıl adamları, Müslüman kanaat önderleri bir araya gelmeli, olup biteni müzakere etmeli, ümmetin yoluna ışık tutacak açıklamalar yapmalıdırlar. Düzen buna da engel değildir.'

 

.www.camiye.com



859 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın