• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • https://www.facebook.com/medyaparis
  • https://twitter.com/medyaparis

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, gündeme ilişkin soruları cevaplandırdı.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, NTV Özel yayınında gazeteci Oğuz Haksever’in konuğu oldu. Son günlerde İslam irfan geleneği üzerinden yürütülen tartışmalara açıklık getiren Diyanet İşleri Başkanı Görmez, gündeme ilişkin soruları cevaplandırdı.

Her şeyden önce din ve dindarlık arasındaki farkın anlaşılması gerektiğini vur...gulayan Başkan Görmez, şunları söyledi;

“Din hakikattir, dindarlıksa bu hakikatin beşer aynasındaki yansımasıdır…”

Din ve dindarlık arasındaki farkı çok iyi ortaya koymak gerekiyor. Din, insanın yaratıcısıyla, hemcinsleriyle, insanlarla, varlıklarla ve bütün kâinatla rahmet yüklü bir adalet ekseninde ilişkilerini düzenleyen ilahi öğretiler manzumesidir. Dindarlık ise bu öğretilerin insan tarafından anlaşılması, yorumlanması ve uygulamaya konulmasıdır.

Din hakikattir, dindarlıksa bu hakikatin beşer aynasında yansımasıdır. Bu ikisini birbirinden ayırmak gerekir. Dindarlık bu anlamda farklılıklar arz edebilir. Bireyden bireye, toplumdan topluma değişebilir. Köyden kente göre de değişebilir. İslamiyet söz konusu olduğunda, bu asla İslamiyet’in evrenselliğine gölge düşürmez.

“İslamiyet evrenseldir, Müslümanlık İslam’ın sabitelerinden şaşmadan farklı yerlerde farklı uygulamalarla görülebilir…”

İslamiyet, yerel ve tarihsel bir din değildir. Evrensel ve bütün çağlara rahmet mesajını gönderen bir dindir. Ancak onun tezahürü olan Müslümanlık İslamiyet’in sabitelerinden şaşmadan farklı yerlerde farklı uygulamalarla görülebilir. Endülüs’te, Anadolu’da, Maveraünnehir’de farklı tezahürleri ortaya çıkmıştır. Bunlar da farklı dindarlıkları meydana getiriyor. Dindarlıkta bireyin katkısı vardır. Hem zihinsel hem kültürel hem de duygusal katkıları vardır.

Din sadece bizatihi kendisi değildir. Din bütün varlıkla, kâinatla dindir. Sadece dini metinleri esas alan bir dindarlık olmaz zaten. Dini metinler insanları zaten hayata, sosyal hayata, varlık âlemine gönderiyor. Bunları birlikte değerlendirdiğimiz zaman dindarlık şekillenmeye başlar.

“Farklı dindarlık İslamiyet’in evrenselliğinin tezahürüdür…”

Benim orada ifade ettiğim; bu şehirde, bu kasabada, bu köyde farklı bir dindarlık vardır demek asla o şehre o bölgeye eksiklik izafe etmek değildir. Bu bilimsel bir realitedir, tespittir. Köy dindarlığı farklı kent dindarlığı farklı, İstanbul’un dindarlığı farklı Diyarbakır’ın dindarlığı farklıdır. Hatta bazen semtler arasında farklı dindarlıklar ortaya çıkabiliyor. Bu İslamiyet’in evrenselliğinin tezahürüdür. Bu İslamiyet’in temel sabitelerine ters olan bir şey değildir. Dolayısıyla burada farklı bir dindarlık var ifadesinden oraya bir eksiklik izafe etmek bir noksanlık izafe etmek son derece yanlıştır.

“İzmir’le ilgili iddiaları Diyanet İşleri Başkanının söylemiş olacağını ima etmek dahi akla ziyandır…”

Bu farklı dindarlıktan kastımızı bir şehrimizle ilgili olabilecek şekilde hatta Müslüman medeniyetinin en önemli merkezlerinden biri olan, ezan seslerinin eksik olmadığı, Kurtuluş Savaşımızda büyük hizmetleri olan, kurtuluşumuzun simgesi haline gelmiş bir şehre karşı söylenmiş göstermek, birilerinin bühtan olabilecek, iftira olabilecek bir cümleyi Diyanet İşleri Başkanı’nın ima ettiğini ifade etmeye kalkışmak doğrusu akla ziyandır. Bunu sıradan, sokakta gezen bütün bu işlerde behresi olmayan herhangi bir insan bile yapmaz.

Bizim inancımız herhangi bir Müslümana bir şahsa bir bireye dahi böyle bir bühtanda bulunmak ona bu şekilde İslam’ın dışında unvan takmak yeryüzünde bir Müslümanın yapabileceği en büyük cürüm iken Diyanet İşleri Başkanının din görevlilerine hitaben yaptığı bir konuşmada ‘İzmir’in farklı bir dindarlığı vardır’ ifadesinden oraya bir noksanlık izafe etmek ve hatta o çağrışımı, o imaları gündeme getirerek ‘Diyanet İşleri Başkanı bunu kast etti’ ifadesine cevap vermek bile bize giran gelir.

“Benim bu tartışmalarda en çok üzüldüğüm husus, irfan geleneğinin yanlış yorumlanmasıdır…”

Benim bu tartışmalarda en çok üzüldüğüm husus İslam medeniyetinin en büyük mekteplerinden olan, en büyük okullarından olan Anadolu Müslümanlığının en büyük kaynağı olan irfan geleneğinin yanlış anlaşılması ve yanlış yorumlanması.

İslam medeniyetinde farklı anlama gelenekleri vardır, farklı uygulamalar, farklı dindarlık gelenekleri vardır. Mesela birisi Şeriat-Fıkıh geleneğidir, birisi Felsefe-Kelam geleneğidir, birisi de irfan geleneğidir. Fıkıh ve şeriat geleneği dinin zahiri, maddi ve şekli boyutunu tanzim eder, hukuk boyutunu ifade eder. Felsefe- Kelam geleneği dinin tefekkür boyutunu dinin taakküm boyutunu, akli boyutunu tanzim eder. İrfan geleneği ise dindarlığın kalbi boyutunu, ruhi boyutunu, hikmet boyutunu, maverayı, eşyaya bakarken onun görünen kısmını değil metafizik kısmını ifade eder.

“Alevi Bektaşi geleneğimizdeki marifet kapısı da irfan geleneğinin bir parçasıdır …”

Alevi-Bektaşi geleneğimizde farklı dindarlık aşamaları vardır. Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat. Marifet tam da Alevi-Bektaşi geleneğimizle İslam-irfan geleneğinin önemli bir şubesidir. Dolayısıyla o hakikate yakın olan marifet tam da irfanla aynı kökten gelir, irfan geleneğini ifade eder. Arif oradan gelir. Fıkıh geleneğimize göre tadili erkan ile namaz kılmak secdeden, rükûdan, kıyamdan , kıraatten oluşan bir ibadettir. Ama irfan geleneğinde namaz miraçtır. Aşıkın maşuka vuslatıdır, irfan geleneğinde namaz bütün kötülüklerden arınmaktır. Ama onlarla birlikte yani birinciyi ihmal etmeden, birbirini tamamlar bunlar. Yahut fıkıh geleneğinde oruç aç ve susuz kalmaktır belirli bir süre içerisinde, ama irfan geleneğinde bütün organları her türlü kötülükten muhafaza etmektir. Yalan söylememektir, dedikodu yapmamaktır, iftira atmamaktır. Koca bir konuşmadan cımbızla cümle çekip yorum yapmamaktır. Fıkıh geleneğinde hac, tavaf etmek, Safa ve Merve arasında sa’y etmek, Arafat ta vakfeye durmak demektir. Ama irfan geleneğinde hac kalbe yolculuktur, mahşere yolculuktur. İrfan geleneğinde sadece Kabe’ye değil, Kabe’nin rabbine yolculuktur.

“İrfan geleneğine sadece bir şehrin değil hepimizin ihtiyacı var…”

Burada farklı bir dindarlık var, bu dindarlığın biraz irfan geleneğine ihtiyacı var ifadesinden yine aynı şekilde bir eksiklik, bir noksanlık izafe etmek son derece yanlışken, ‘Diyanet İşleri Başkanı bu şehrin bütün sakinlerini irfansız ilan etti’ şeklinde yansıtmak doğrusu son derece üzücü bir şey. Böyle bir şey olabilir mi? Bu kadar muhteşem bir kavramı ifade ediyorum. İrfan geleneğine sadece bir yerin ihtiyacı yok. Başta şahsım göreve başladığım günden itibaren bu geleneğe vurgu yapıyorum. Gönül diline vurgu yapıyorum. Din görevlisi tabirinden din gönüllüsüne nasıl geçeriz? diyorum ve mümkün olduğu kadar bizim bu irfan geleneğimizi bizim bu marifet geleneğimizi camilerimizde, vaazlarımızda, dilimizde, üslubumuzda egemen kılmayı anlatmaya çalışıyorum. Dolayısıyla hepimizin ihtiyacı var.

“’Burada farklı bir dindarlık vardır’ demek, o şehre, o bölgeye hiçbir zaman bir eksiklik izafe etmek değildir, bilakis bilimsel, ilmi, akli, bir tespittir bu…”

Bugün bütün İslam dünyasının, kanın aktığı, gözyaşının aktığı bütün bölgelerde en büyük sorunlardan bir tanesi bu irfan geleneğinin, yani o şefkati, o merhameti, dindarlığın kalbi boyutunu, ruhi boyutunu, kaybetmekten kaynaklanan ızdırapları çekiyoruz. ‘Burada farklı bir dindarlık vardır’ demek, o şehre, o bölgeye, o insana hiçbir zaman bir eksiklik izafe etmek değil, bilakis bilimsel, ilmi, akli, bir tespittir bu. Şehirlerin farklı ruhları vardır. Sevgili Peygamberimiz Mekke’ye sert mizaçlı derken, Medine’ye naif mizaçlı derken o şehirlere bir eksiklik izafe etmiyordu. Bilakis onlardaki o yapıyı tespit ediyordu. Yahut Farabi el-Medinetü’l Fadıl aslında erdemli şehirleri tarif ederken, şehirler arasındaki o tarifleri yaparken bir durum tespiti yapıyordu. İbn-i Haldun Umran medeniyeti derken, Umran’ı tarif ederken bütün bunları tespit ediyordu. ‘Bu şehirde farklı bir dindarlık vardır’ demek bilimsel bir tespittir. Oradan bir ima çıkarmak ise çok büyük bir vebaldir. ‘İrfan geleneğine ihtiyaç var’ derken, bu bütün İslam dünyasının, bütün insanlığın bugün büyük bir ihtiyaç duyduğu dinin o şekli, zahiri, maddi boyutuyla birlikte o gönül boyutunu, o ruhi boyutunu, o manevi boyutunu… kaldı ki bunu da ben İzmir konak meydanında İzmirlilere hitaben yaptığım konuşmada söylemedim. Kime söylüyorum bunu? İzmir’de görev yapan 2 bin meslektaşıma söylüyorum. ‘Siz İzmirli kardeşlerimizin dini hayatına manevi hayatına  hizmet ederken onların bu hassasiyetine riayet edeceksiniz ve bizim medeniyetimizin o kalbe vurgu yapan o gönül diline vurgu yapan o irfan geleneğine başvuracaksınız. Bu sebeple de tamda bu geleneğin tahsilini almış bunun akademik kariyerini yapmış bir hocamızı da gecikmiş de olsa size Müftü olarak atamış bulunuyoruz. Hayırlı olsun’ diyorum.

“Şehirlerin manevi hayatı cami sayısıyla ölçülemez…”

Manevi hayat, cami sayısı, namaz kılanın sayısı, oruç tutanın sayısından ibaret değildir. Bir şehirde ne kadar sokak çocuğu var? Ne kadar intihar var? Ne kadar aile boşanıyor? Bölünmüş aileler ne kadar oluyor? Kadına karşı ayrımcılık var mıdır?  Sokak çocuğu var mıdır? Tinercilik, uyuşturucu müptelası olan çocuk, genç insan var mıdır? Bütün bunları tespit etmek gerekiyor. Bütün şehirlerimiz için biz eğer hizmetimizi doğru yapacaksak bunları bilmemiz lazım.

“İrfan geleneği, insanlar arasındaki sevgiyi, kaynaşmayı, birliği, beraberliği, huzuru ve kardeşliği tesis etmek içindir…”

Muhyittin ibn-i Arabi’nin felsefesine göre kesrette vahdet, vahdette kesret vardır. Yani  çokluk içinde birlik, birlik içinde çokluk vardır.  Bizim bazı metropollerimiz homojen değil. Heterojen bir yapıya sahiptir. Etnik yapı olarak, dini yapı olarak çok farklı yapılar vardır. Bu farklı yapılar bir doku oluşturmuştur. İşte ben o dokuya ‘şehrin ruhu’ diyorum. O şehrin ruhu eğer manevi hayatla beslenmezse dağılır. Çünkü manevi hayat o sevgiyi meydana getirir. İnsanlar arasındaki  o sevgiyi, o kaynaşmayı, o birliği, o beraberliği, huzuru, kardeşliği meydana getirir. Farklılık odur. Farklı bölgelerden, Balkanlardan, Kafkasya’dan, Anadolu’nun farklı yerlerinden pek çok insan gelmiş ve birlikte bir şehir kurmuşlardır. Orada birlikte medeniyeti inşa ediyorlar, hayatı paylaşıyorlar, aynı havayı soluyorlar. Aralarında çok farklılık var ama güzel birlikler var beraberlikler kuruyorlar. Bu birlik bu beraberliği beslemenin yolu irfan geleneğinden geçiyor. Sadece fıkıh geleneğiyle kelam, felsefe geleneğiyle bu birliği, bu beraberliği korumak, özellikle dini hayata, manevi hayata hizmet eden insanlar için çok zordur. Dolayısıyla orada irfan geleneğine vurgu yapmak son derece önemlidir ve bu birliği, bu birlikteliği ancak bu geleneği besleyerek, bizatihi görevlilerimiz, arkadaşlarımız tarafından camide kullandıkları dille, caminin dışında kullandıkları dille ihya ettikleri takdirde o birlik beraberlik oluşur.

“Bu açıklamaları üç gün sonra yapılmış gibi göstermek doğru değildir…”

Bugün bu ifadeleri sanki üç gün sonra yapılmış açıklama gibi takdim ediyorlar. O ifadeler bir saat sonra bizzat sohbet esnasında söylenen sözlerdir. Gerçekten bu kadar farklılık bir araya gelmişse ve bu farklılıktan bir ahenk ortaya çıkıyorsa, birlik ortaya çıkıyorsa o ahengi beslemek Diyanet İşleri Başkanlığının hem yasaların kendisine verdiği hem de dini Mübin-i İslam’ın kendisine verdiği en büyük görevidir. Bu görevi yerine getirmek için de İslam’ın o engin tecrübesinden bilhassa o irfan geleneğinden beslenerek o barışı, o huzuru, o ahengi, o birliği, o beraberliği sağlayabiliriz.

“Bizim işimiz gönül işidir…”

Bizim işimiz bir gönül işidir ama aynı zamanda bir kamu görevidir. Eğer biz o gönül boyutunu ihmal eder sadece bir cami görevlisi, camiyi bekleyen bir memur, sadece namaz kıldırma memurluğu gibi bir tanımla bu görevi ifa edersek biz halkımıza ve dinimize hizmet edemeyiz. Göreve başladığımda bu mesajlar vardı. Ondan sonra yaklaşık kırk ilimizde bütün görevli arkadaşlarımızla birlikte olduk. Aynı mesajları oralarda da verdim. İl müftü toplantılarımızın her ikisinin de sonuç bildirgelerinde bunlar vardır. Çünkü ülkemizin buna ihtiyacı var. Hatta bizden daha fazla İslam dünyasının buna ihtiyacı var.

Fıkıh geleneğimizin öncüleri İmam- ı Ebu Hanife’dir, İmam-ı Şafi’dir, Ahmed Bin Hanbel’dir, İmam-ı Malik’tir. İrfan geleneğimizin öncüleri ise Hoca Ahmed Yesevi’dir, Mevlanı Celaleddin Rumi’dir, Yunus Emre’dir, Hacı Bektaşi Veli’dir.  Bunları birlikte ele almak yani caminin içinde dışında bu gelenekleri hem fıkıh geleneğini, hem aklı ihmal etmeden kelam, hikmet, felsefe geleneğini hem de irfan marifet geleneğini birlikte götürdüğümüz zaman biz kendi milletimize daha iyi hizmet ederiz. Bu sebeple o İzmir’de ilk defa ifade edilmiş cümleler değil. Bu zaten iki buçuk yıldır hemen hemen her konuşmamda hatta televizyon konuşmalarımda da sürekli tekrar ettiğim çok önemli cümlelerdir.



695 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın