• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • https://www.facebook.com/medyaparis
  • https://twitter.com/medyaparis

Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, “Kur’an’ı toplumumuza doğru bir şekilde anlatmamız lazım geldiğini düşünüyorum.

Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, "Kur'an'ı toplumumuza doğru bir şekilde anlatmamız lazım geldiğini düşünüyorum. Gerçekten hadisler konusunda yapılan çalışmanın bir kez daha altını çiziyorum. Son derece önemli bir boşluğu doldurduğunu düşünüyorum. Ancak Kur'an bildiğiniz gibi bir edebiyat abidesidir"dedi.

Bilkent Otel'de düzenlenen İl Müftüleri İstişare Toplantısı'nda konuşan Başbakan Yardımcısı İşler, Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili olarak, "Anayasa'nın 136. maddesi ve özel Kanunu'nda yer alan hükümler gereği, laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle yükümlüdür. Başkanlığımız bu görevin getirdiği sorumlulukları müdrik olarak sunduğu din hizmetini İslam'ın temel kaynakları olan yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin sünneti ışığında yüzyıllar içinde oluşan dini bilgi birikimi eşliğinde bugün insanlığın ulaştığı kazanımları da dikkate alarak, bütün mensuplarının özverili gayretleriyle ve toplumun her kesimini kuşatacak şekilde sürdürme azim ve kararlılığındadır" diye konuştu.

İşler, Cumhuriyet'le yaşıt olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yerleşik geleneği, kurumsal devamlılığı, gündelik politikanın dışında kalan siyaset üstü duruşu ve herkesi kuşatan hizmet anlayışıyla daima milletimizin teveccüh ve takdirini kazandığını anlattı. Günümüzde İslam dünyasının ve insanlığın yaşadığı sorunlara ilişkin ise İşler, şunları söyledi:

"Bildiğiniz gibi İslam'ın iki temel kaynağı var. Birincisi Kur'an-ı Kerim, diğeri sünnet. Eğer bu iki temel kaynağı doğru anlarsak o zaman bizim İslam anlayışımızda bir sorun olmaz. Bugün İslam dünyasının yaşamış olduğu sorunların temelinde bu iki kaynağın, kişisel kanaatimi söylüyorum, doğru anlaşılmadığı, anlatılmadığından kaynaklandığını düşünüyorum. Bundan dolayı Diyanet İşleri Başkanlığımızın hadisler ve İslam, hadislerin doğru anlaşılması konusunda geçmiş yıllarda özveriyle, titizlikle yapmış olduğu çalışma son derece önemli bir çalışma. Önemli bir boşluğu doldurduğu kanaatindeyim. Ancak bu hadis konusu elbette ki bizim ikincil kaynağımızdır. Esas itibariyle birincil kaynağımız olan Kur'an'ın doğru anlaşılması konusunda Diyanet İşleri Başkanlığımız bir teşkilatı olması hasebiyle, 100 küsur bin mensubu olması hasebiyle, Din İşleri Yüksek Kurulu, il müftüleri büyük bir teşkilata sahip olması hasebiyle Kur'an'ın doğru anlaşılması konusunda Diyanet İşleri Başkanlığımızın önümüzdeki yıllarda bir kuyumcu titizliğiyle başta doğru düzgün bir Kur'an tercümesinden hareket ederek ve yeni tefsir çalışmaları yaparak, Kur'an'ı toplumumuza doğru bir şekilde anlatmamız lazım geldiğini düşünüyorum. Gerçekten hadisler konusunda yapılan çalışmanın bir kez daha altını çiziyorum. Son derece önemli bir boşluğu doldurduğunu düşünüyorum. Ancak Kur'an bildiğiniz gibi bir edebiyat abidesidir. Kur'an'ı anlamak için öncelikle onun dilini iyi anlamak lazım. Onun dilinin inceliklerini iyi kavramamız lazım. Oradaki edebi yapıları çözmemiz lazım ve aynı zamanda bunları çözdükten sonra da tercüme de bir sanattır. O tercümeyi de bir sanat şeklinde yaparak Kur'an'ı Türkçemizde doğru şekilde anlayacak meallerin, tercümelerin ortaya konulması lazım. Bunu anladığımız zaman, bunu başarabildiğimiz zaman Allah'ın izniyle zaten tefsir çalışmaları da elbette gelecektir. Benim şahsi tespitlerim sadece Kur'an'ı biz tercüme yanlışlarından dolayı eksik anlamıyoruz. Arap dünyasında da ana dili Arapça olanlarında pek çok ayeti olması gerektiği gibi anlamadığı, anlayamadığı kanaatindeyim. Burada da yüzyıllar boyunca oluşan anlayışın etkili olduğu düşüncesindeyim. Dolayısıyla sadece bizler değil, bütün İslam dünyasının kurtuluşu Kur'an'ı doğru anlamaktan geçer, Hz. Peygamberin sünnetini doğru anlamaktan geçer. Bunu başardığımız zaman ben bizim bunu başaracak kapasitemiz olduğunu düşünüyorum. Önümüzdeki yıllarda Türkiye'deki İslam anlayışı, Kur'an anlayışında çok önemli çalışmalar yapılacağını düşünüyorum."

"BU ÇAĞIN KURUCU FİLOZOFLARININ DAHİ BU ÇAĞIN KATI, BOŞ, AMAÇSIZ VE RUHSUZ BİR ÇAĞ OLDUĞUNU HAYKIRDIKLARINI UNUTMAYALIM"

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ise, "İnsan Yetiştirme" konulu konuşmasına başlamadan önce 6 ayda bir geçmişin muhasebesi, geleceğin planlamasını yapma imkanı veren İl Müftüleri İstişare Toplantısı'nın hayırlara vesile olmasını temenni etti. Görmez, "Bugün küresel ölçekte insanlığın, İslam dininin, İslam dünyasının, İslam dünyası içinde gönül coğrafyamızın, yurt dışındaki millet varlığımızın, dünyadaki Müslüman azınlık ve toplulukların, ülkemizin ve milletimizin içinden geçtiği gerçek süreçleri anlamadan her bir alanda yaşanan değişim ve dönüşümleri, temel sorunları ve paradigmaları tespit etmeden, bilgi ve bilinç oluşturan sistemleri ve insan yetiştirme mekanizmalarını dikkate almadan din-diyanet hizmetlerini değerlendirmek, gelecek stratejilerini ortaya koymak mümkün değildir" diye konuştu.

İçinde yaşadığımız çağın hem tekçi ve tek tip bir dünya dokusu yarattığını hem de bu dokuyu nasıl parçaladığını görmek durumunda olduğumuzu söyleyen Görmez, "Çağımızda egemen olan seküler tahakküm ideolojisinin bütün kültürleri, hatta dinleri dahi kendine uygun hale getirerek dönüştürmeye çalıştığını fark etmek durumundayız. Bu çağın kurucu filozoflarından Spinoza, Geothe, Schiller, Fichte, Foeurbach, Hegel, Kierkegard gibi şahsiyetlerin dahi bu çağın katı, boş, amaçsız ve ruhsuz bir çağ olduğunu haykırdıklarını unutmayalım" ifadelerini kullandı.

"BUGÜN BU ATMOSFER MODERNİTENİN GETİRDİKLERİYLE DAHA ÇOK EGEMEN KÜLTÜRÜN ETKİSİYLE OLUŞMAKTADIR"

Hiçbir dünyevi çıkar ve kazancın bir insanın kanının akmasından değerli olmayacağını kaydeden Görmez, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"İslam her zaman kendi anlamında mündemiç olan barışa bizi davet etmektedir. Çatışmaların, kavgaların ve her türlü güvensizliğin yaşandığı bir ortamda İslam'ın toplumsal ahlaki varlığından söz edemeyiz. İslam bizi barışa ve selamete davet eder. İslam beldeleri uzun yıllar selam ve eman yurdu olarak anılmışlardır. Bugün çevremize bakarak her gün camilerinde bombaların patladığı, nereden ve kimden geldiği belli olmayan kurşunlarla masum insanların katledildiği, çocukların, kadınların yaşamlarını yitirdiği, kitleler halinde insanların yaşama umuduyla yaşadıkları yerleri terk ederek göç ettiği bir manzara İslam dünyasında yaşanıyorsa bu dünyaya İslam dünyası diyebilir miyiz? Bugün İslam dünyası dediğimiz dünya gerçekte İslam'ın dünyası mıdır? Tarihte İslam'ın bu coğrafyada nazil olması, İslam medeniyetinin temellerinin bu topraklarda atılması bu dünyayı İslam dünyası yapar mı? Hakkın, hakikatin, adaletin, şefkatin, merhametin olmadığı, insana değer verilmediği, insan onurunun ayaklar altına alındığı, kadınların aşağılandığı, kız çocuklarının hala hor görüldüğü bir dünya İslam dünyası sayılır mı? Birlikte yaşama ahlakının yok edildiği, birlikte yaşama hukukunun çiğnendiği, mezheplerin din haline geldiği, kendi mezhebinden ve meşrebinden olmayanların hunharca katledildiği bir dünyaya İslam'ın dünyası demeye devam edecek miyiz? Hayatın sekülerleştiği, erdemin örselendiği, emeğin sömürüldüğü, zayıfın ezildiği, azınlığın ötekileştirildiği bir dünya, İslam'ın dünyası olabilir mi? Ahlakın zayıfladığı, kadının metalaştığı, tüketimin yaygınlaştığı, diğergamlığın garipsendiği bir dünya, İslam'ın dünyası sayılabilir mi? Sevginin yok olduğu, güvenin zedelendiği, kişilerin bireyselleştiği, toplumsal dayanışmanın ortadan kalktığı, ailelerin parçalandığı, cinselliğin istismar edildiği, iradesi olmadan küçük kız çocuklarının zorla evlendirildiği, kötülüğün, fahşanın reklamının yapıldığı, şiddetin, baskının, zulmün sıradanlaştığı bir dünyaya İslam'ın dünyası demeye devam edecek miyiz? Bu yönleriyle bakarak bugün gerek ülkemizde ve gerekse İslam dünyasında İslami bilgi ve bilinç oluşturan tüm yapılarımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. Klasik geleneksel yapımızda bilgi edinme ve bilincin oluşması, her şeyden önce toplumsal atmosferin kendisinin oluşturduğu İslami atmosferden gelmekteydi. Ancak bugün bu atmosfer, modernitenin getirdikleriyle daha çok egemen kültürün etkisiyle oluşmaktadır. Başta kitle iletişim araçları olmak üzere okullarımız, üniversitelerimiz ve sosyal çevre bir kimlik inşa etmektedir. Bu kimliğin inşasında İslam nerede var olmaktadır, bunu düşünmeliyiz. En büyük muhasebeyi de başta bu onurlu görevi yürütmeye çalışan kurumun başkanı şahsım olmak üzere bütün Diyanet personeli yapmak zorundadır. Her il müftümüz, ilçe müftümüz, her camideki görevlimiz ciddi bir özeleştiri yapmalıdır. En asli vazifesi olan camileri dahi kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla, herkesi manevi iklimine kabul eden bir müessese haline getiremeyen, camileri sadece namaz kılma mekanı olarak tanımlayan bir anlayışla bütün bu sorunların üstesinden gelebilir miyiz? Doğru bilgiye dayanmayan, gönül dilinden yoksun vaaz ve hutbelerimizle asrın körelmiş idrakine hayat verebilir miyiz?"

"DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI, ANAYASAL BİR KAMU KURUMU NİTELİĞİNİ KORUMAKLA BİRLİKTE KAMU TÜZEL KİŞİLİĞİNE SAHİP, DİNİ, İLMİ VE İDARİ BAKIMDAN DAHA ÖZERK BİR KURULUŞA DÖNÜŞMELİDİR"

Diyanet İşleri Başkanlığı'na her zamankinden çok daha büyük görevler düştüğünü anlatan Görmez, "Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili köklü reformların yapılması ve beklenen bir hüviyete dönüşmesi gerekmektedir. Gerek yerel ve gerekse uluslararası çalışmaların geldiği boyutu göz önüne alacak olursak mevcut yapı ve işleyişle hizmet üretmek ve bu hizmetlerin kalıcı ve nitelikli hale gelmesini sağlamak gitgide zorlaşmaktadır" dedi.

Görmez, gelecek dönemde ele alınması gereken hususları şöyle sıraladı:

"- Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasal bir kamu kurumu niteliğini korumakla birlikte kamu tüzel kişiliğine sahip, dini, ilmi ve idari bakımdan daha özerk bir kuruluşa dönüşmelidir. Aslında kuruluşundan itibaren bu konuda gerek toplumda ve gerekse laiklik ekseninde entelektüel düzeyde önemli tartışmalar olmuştur. 1952 yılında Anayasa profesörü merhum Ali Fuat Başgil'in hazırladığı Diyanet Yasa Taslağı bugünkü tasavvurların ötesindedir. Din hizmetlerini ifa ederken her türlü ideoloji, siyasi görüş ve düşüncenin dışında kalmasının hukuki zemini sağlam hale getirilmelidir. Diyanet çalışanları özlük hakları itibariyle devlet memuru olmakla birlikte, devlet işi olmayan bir kamu hizmeti görmektedirler. Din, milletimizin kimliğini oluşturan ortak değerler manzumesidir. Günlük siyasi tavır ve tutumların üzerinde bir dil ve üslupla milletimizin birliğini ve beraberliğini temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı, her türlü günlük siyasetin üstünde olacak bir yasal zemine kavuşması gerekmektedir. Bu yasal değişiklikte dini ve ilmi özerklik korunmalı ve kamu tüzel kişiliğine sahip bir kurum haline gelerek hizmet yapabilme potansiyeli arttırılmalıdır.

Tarihsel varlığımızdan gelen ve bize miras bırakılan özellikle din hizmetleri ve din eğitimi kapsamında olan vakıf değerlerimizin Diyanet'le ilişkisi yeniden kurulmalıdır. Gerek tarihten bize gelen camiler ve gerekse bunların müştemilatı tamamen dini gayretlerle yapılmıştır. Bugün Vakıflar Genel Müdürlüğü içerisinde bulunan mülhak vakıflardan azınlıklarla ilgili olan vakıfların sahiplerine devredildiği gibi tamamen İslami hayır işleri kapsamında vücut bulan vakıfların da bu hizmetleri yerine getiren Diyanet'e devri ve bağlanması sağlanmalıdır. Ayrıca özellikle cami dernekleri başta olmak üzere diğer dini hizmet vakıf ve derneklerin çalışmaları bir şekilde Diyanet işbirliğine ve denetimine açık hale gelmelidir. Diyanet bir şekilde üst kuruluş haline getirilerek, Diyanet hizmeti içerisinde olan sivil çalışmaların koordinasyonu sağlanmalıdır.

Bugün toplumun yüzde 78'i şehirlerde, yüzde 22'si ise belki de daha azı köylerde, kasabalarda ve kırsal kesimde yaşamaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin ise, bunun tam aksine yüzde 75'i köylerde, kırsal kesimde, sadece yüzde 25'i şehirlerde ve metropollerde hizmet sunmaktadır. Bu durum hem hizmetlerin aksamasına hem de insan kaynakları bakımından israfa neden olmaktadır. Yapılacak yeni bir düzenleme ile nüfus dağılımına göre bir hizmet planlamasının yapılması elzemdir.

Yaygın din eğitimi kapsamında camilerde açılan kurslar ve Kur'an kurslarına yönelik daha verimli ve kalıcı programlar oluşturulmalıdır. Cami merkezli eğitim esas alınarak kitlesel din eğitimi yaygınlaştırılmalıdır. Kur'an kursları rehabilite edilmeli, herkesimden günümüz insanının bu kurumlardan istifade edecek hale gelmesi sağlanmalıdır. Maalesef bugün kurslarımız kırsal ve taşrada hizmet gören kurumlar halindedir. Bu hizmetler yerine getirilirken kentlerde nasıl bir şekilde bu ihtiyacın karşılanacağı hususu yeniden ele alınmalıdır.

Ayrıca hizmet içi eğitimleri içinde barındıran yüksek ihtisas merkezlerimiz daha akademik bir seviyeye çekilerek yenilenmeli, hizmet sektöründe var olan diğer kurumların kendi hizmetlerine yönelik akademik yapıları olduğu gibi Diyanet teşkilatına yönelik Diyanet Akademisi kurulmalıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığı yaptığı çalışmalarla ülke sınırlarını aşan uluslararası bir kurum haline gelmiştir. Bugün yaptığı hizmetler başta olmak üzere gelecek bir perspektif ortaya konularak, uluslararası yapılan çalışmaların daha kalıcı ve nitelikli hale gelmesi için durum değerlendirmesi yapılması zorunludur. Elçilikler bünyesinde bir devlet dini yapısı görünümünde hizmet üretmek değişik ülkelerde birçok tartışmaları bünyesinde barındırmaktadır. Daha özerk ve sivil yapılar aracılığıyla dini hizmetlerin yapılmasına yönelik çalışmanın altyapısı başlatılmalıdır. Merkezin özerkleşmesi ve kamu tüzel kişiliğine sahip olmasıyla birlikte yurtdışı hizmetlerine yönelik TİKA v.b. kurumlar gibi din hizmetleri kapsamında kuruluş oluşturmanın gerekliği ortadadır.

Diyanet kapsamı içerisinde kendini gören tüm anlayışlar ve farklı dini yorumlar her türlü mezhepler üstü anlayışıyla Diyanet bünyesinde bulunmalıdır. Kendisini Diyanet kapsamında görmeyen dini anlayış ve yaklaşımlara hukuk çerçevesinde hizmet yapabilme imkanı verilmelidir. Her dinin, inancın, farklı dini tezahürlerin veya kanaatlerin inançları doğrultusunda din hizmetlerini ifa edebilmeleri için kamu düzeni içinde özel tüzel kişilikler oluşabilmelidir. Dini hizmetlere münhasıran faaliyet yapacak bu tüzel kişiliklere kamusal mali destek sağlamak üzere herhangi bir dini temsil hüviyeti olmayan düzenleyici ve denetleyici yapının oluşturulmasına imkan verilmelidir. Bu bağlamda din ve vicdan hürriyetinin eksiksiz koşullarının oluşturulması sağlanarak tartışmanın Diyanet ekseninde yapılması ortadan kaldırılmalıdır."

iha



283 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın