• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • https://www.facebook.com/medyaparis
  • https://twitter.com/medyaparis

Tarihçi Talha Uğurluel, Çanakkale Savaşı’nın 100. yılında Çanakkale'yi anlatacak.

     Tarihçi Talha Uğurluel, Çanakkale Savaşı’nın 100. yılında  Çanakkale'yi  anlatıyor.

   Uğurluel, Çanakkale Savaşı’nın az bilinen yönlerini fotoğraflar yardımı ile gün ışığına çıkararak o dönemi adeta tekrar yaşatacak.

Osmanlı’nın dışında tüm İslam ülkeleri sömürü devletiydi. 
“İstanbul düşerse, Osmanlı düşer” 
    ''Anneler savaşa önce eşlerini daha sonra da 15 yaşından büyük çocuklarını gönderdiler. Düşman gemileri içinde ağır yaralıların bulunduğu hastane gemilerine bile ateş açarak yüzlerce askerin ölmesine neden oldular. Onlar esir aldıkları Osmanlı ve diğer ittifak devleti askerlerine kötü muamele yaptıkları gibi  adeta yakarak soykırım uyguladılar."

43. Alay Yemek Listesi 
15 Haziran Sabah: Üzüm hoşafı    Öğle: Yok     Akşam: Yağlı Buğday çorbası, ekmek
16 Haziran Sabah: Yok                    Öğle: Yok     Akşam: Üzüm Hoşafı, ekmek
17 Haziran Sabah:Üzüm hoşafı     Öğle: yok      Akşam: yarım ekmek
18 Haziran Sabah:Yarım ekmek    Öğle: yok      Akşam: şekeriz üzüm hoşafı
19 Haziran ordu emri ile ekmek istihkakı 500 grama indirilmiştir.

   Çanakkale Savaşı’nın 1 yıl süren destansı hikayesini sahneye taşıyacak olan Tarihçi Uğurluel, savaşın, şehitlerin, gazilerin ve geride kalanların öykülerini aktararak Çanakkale’nin hem tarihine hem de bugününe ışık tutarak anlatacak.

   Goussainville Ulu Camii dernegince Theatre Sarah Bernhardt 82. Bd. Paul Vaillant Couturier 95190 Goussainville adresinde düzenlenen programda Çanakkale yolun sonu filmi de gösterilecek.

"ÇANAKKALE DESTANI" GÖZYAŞLARIYLA YAZILDI.

"Çanakkale Destanı", İstiklal Marşı'mızdan dört yıl önce, Arabistan çöllerindeki bir vahada, ay ışığında, şairinin şükür hıçkırıkları ve gözyaşları arasında, sabahlara kadar süren bir duygu seli eşliğinde yazılmıştır. 
"Millet canını dişine takmış, gövdesini düşman ateşine siper ediyorken, Çanakkale Destanı'nın o duygusal şairi Mehmet Akif'in Arabistan çöllerinde ne işi vardı?" sorusu akla gelebilir.

''Akif bir gün dayanamadı ve dedi ki:
“Eşref, dün gece sabaha kadar ne için yalvardım, biliyor musun?” 
Sonra elini göğsüne koydu: 
“Cenab-ı Hak'ka yalvardım... Dedim ki, 'Ya Rabbim, bana Çanakkale'de zaferi yaşatmadan canımı alma!. O büyük günü göreyim, sonra huzuruna davet et..” 
Gözleri yaşlı idi. Kolumu öylesine parmaklarının cenderesi içine almıştı ki, Şair Akif gitmiş, Pehlivan Akif gelmişti. 
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? 
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "bu: bir Avrupalı!"
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. 
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, 
Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. 
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre. 
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metîn istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, 
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!  
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, 
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. 

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.





543 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın