• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • https://www.facebook.com/medyaparis
  • https://twitter.com/medyaparis

Prof. Dr. Mehmet Görmez'den Vahdet’ başlığı altında ‘Gelin Birlik Olalım’ çağrısı,

Prof. Dr. Mehmet Görmez'den Vahdet’ başlığı altında ‘Gelin Birlik Olalım’ çağrısı,

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Kanal 7 ekranlarında yayınlanan İskele Sancak programına konuk oldu.
Kutlu Doğum Haftası teması olarak belirlenen ‘Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet’ başlığı altında ‘Gelin Birlik Olalım’ çağrısı, Diyanet İşleri Başkanlığının Türkiye ve Dünyada verdiği hizmetler, Güneydoğu’da verilen Cuma hutbeleri, DAİŞ’in düzenlediği terör saldırılarının İslam’a verdiği zararlar gibi birçok konunun konuşulduğu programda Başkan Görmez, gündeme ilişkin de önemli açıklamalarda bulundu.
Başkan Görmez’in dün akşam Kanal 7 ekranlarında canlı yayınlanan İskele Sancak Programındaki konuşmasından bazı başlıklar şöyle:
“İslam İşbirliği Teşkilatı sadece Müslümanların sorunlarıyla değil bütün insanlığın sorunlarına katkı sağlamalı…”
İslam İşbirliği Teşkilatı bir konferans olarak 1967 yılında Mescid-i Aksa’nın işgalinden ve yakılması girişimleri üzerine kurulmuştur. İslam dünyasının devasa sorunlarını bir tarafa koyduğumuzda İslam İşbirliği Teşkilatı’nın bugüne kadar yaptıklarını değerlendirdiğimizde, bugünkü yapısıyla bütün bu sorunların üstesinden gelmesi zor görünüyor. 57 üyesi ile Birleşmiş Milletlerden sonra en büyük uluslararası kuruluş olarak potansiyel gücü son derece yüksek. İnşallah yeni dönemde çok daha güçlenerek sadece Müslümanların değil insanlığın tüm sorunlarına çare arayan bir uluslararası kuruluşa dönüşmesi elbette önemlidir. İslam İşbirliği Teşkilatının sadece Müslümanların sorunlarıyla ilgilenmesi de doğru değil. İnsanlığın ciddi bazı sorunlarıyla da son derece önemli katkılar sunan çalışmaları olduğunu ben de biliyorum ama yeterli değil. Bugün küresel sorunlar dediğimiz çevre sorunlarından insan haklarına, inanç özgürlüklerine, İslamofobiyaya kadar bizi kuşatan insanlık sorunlarına, açlık, sefalet, fakirlik, çocuk hakları, kadın hakları ile ilgili çalışmaları olduğunu biliyorum. Ama bu çalışmalar ne Müslümanları kuşatabildi, ne de insanlığı kuşatabildi? Henüz İslam dünyasındaki dini yapıların dahi bunlardan haberdar olduğunu söylemek pek mümkün değil. Dolayısıyla sorun öncelikle yapısaldır ve bu yapısal sorunları çözerek belki mesafe kat edilebilir diye düşünüyorum.
"İslam İşbirliği Teşkilatı dönem başkanlığında Türkiye'nin çok daha önemli katkıları olacağını düşünüyorum."
Doğuda, Batıda, Afrika’da bütün Müslüman ülkelerinin büyük bir teveccüh gösterdiği, sözünü dinlediği, itibar ettiği bir ülke olarak Türkiye’nin katkılarının çok daha büyük olacağını düşünüyorum. Ama asıl katkı eğer olabilecekse bütün bu yapısal sorunları gözden geçirerek bir konferans gibi çalışmaktan artık uzaklaşarak gerçekten bir uluslararası kuruluş gibi bütün Müslümanları ve bütün insanlığı kuşatan, sadece toplanıp dağılan değil aynı zamanda onları takip eden bir icra heyetlerinin olduğu bir yapıya kavuşması. Bunun İslam dünyasının bugün içinden geçtiği süreçler dikkate alındığında en büyük ihtiyacımız olduğunu söyleyebiliriz.
“Masum insanların canına kıyan intihar eylemcileri ne kadar suçlu ise onlara cevaz verenler de en az o kadar suçludur.”
Bizatihi bu cinayetleri işleyenler ne kadar suçlu ise, bu fetvaları verenler de o kadar suçludur. İntihar eylemleriyle masum insanları katledenler nasıl ki hesaba çekilecekse bu konuda fetva verenler de Allah’ın huzurunda hesaba çekilecektir. Bu konuda verilen fetvaların daha çok Filistin’e özgü olarak verildiğini biliyoruz. Kaldı ki onun da doğru olmadığı açıktır. Nitekim bu fetvadan dolayı daha sonra özür dileyerek, hata yaptığını söyleyerek, böyle bir eyleme yol açtığı için, mubah gördüğü için verdiği fetvanın daha sonra genelleştirildiğinden dolayı sorumluluk hissettiğini, bundan dolayı Allah’a tövbe ettiğini söyleyen alimler oldu. Bunun behemehal mesela İslam İşbirliği Teşkilatı altındaki Fıkıh Akademisinin bunu çok güçlü bir ses ile caiz olmadığını, İslam’ın savaşta dahi ortaya koyduğu hukuk ilkelerine aykırı olduğunu ifade etmesi lazım. Biz de Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bütün İslam dünyasındaki alimleri ilk topladığımızda böyle bir kararı bir kez daha bütün İslam dünyasına ilan etmeyi düşünüyoruz.
“Biz, milletimizin, toplumun, insanlığın bütün sosyal yaralarını sarmayı din hizmetinin ayrılmaz bir parçası olarak görüyoruz…”
Diyanet İşleri Başkanlığı olarak din hizmetini sadece cami içi ibadetlere indirgemenin ne kadar yanlış olduğunu kabul ediyoruz. Milletimizin, toplumun, insanlığın bütün sosyal yaralarını sarmayı din hizmetinin ayrılmaz bir parçası olarak görüyoruz. Tabii ki ortada ciddi bir mesele var, tahrip edilen şehirler var. Bu şehirlerden göçmek zorunda kalan, yüzbinleri bulan aileler var, insanlar var, bir taraftan da bir ideoloji üzerinden toplumu ayrıştıran yapılar var. Bu konularda bize büyük görevler düştüğünün farkındayız. Biz Şimdi “Yaraları Sarma Zamanı” diye bir kampanya başlattık. Gerçekten milletimizin her ferdine müteşekkiriz. Pek çok şehit verdik. İnsanların iç dünyalarında kopan fırtınaları biliyoruz. Ama milletimizin birliği-beraberliği noktasında hamdolsun ülkemizin her tarafından insanlar bu kampanyaya destek verdiler. Dolayısıyla biz arkadaşlarımızla birlikte, bölgedeki bütün görevlilerimizle birlikte bilhassa terör mağduru olan vatandaşlarımıza yardımcı olmak için bölgeye gitmemiz gerekiyordu. Hemen her köyde, her mezrada arkadaşımız olduğu için biz onlarla birlikte işin dini, ahlaki, insani, tarihi, kültürel boyutlarıyla üzerimize düşen bütün vazifelerimizi ifa etmek için yeni bir çaba içerisindeyiz. Biz bu toplantılarda kusurlarımızı ve ihmallerimizi de gözden geçirdik. Çünkü bu kadar din gönüllüsü arkadaşımızın görev yaptığı yerlerde ayrılıkçı ideolojilerin insanları teslim almış olması aynı zamanda bizim de görevlerimizi hakkıyla ifa etmediğimizi gösteriyor. Bu özeleştiriyi yapmak, eski hatalarımızı, kusurlarımızı gözden geçirmek, yeni yapacaklarımızı tespit etmek için yeni bir yol haritası içerisindeyiz.
“Bir ilim adamı, bir vatandaş ve Diyanet İşleri Başkanı olarak şehit cenazelerinde cenaze marşının çalınmasını doğru bulmuyorum…"
Cenaze marşı önce sadece resmi devlet erkânının vefatında, resmi cenaze törenlerinde yapılırdı. Son dönemde şehit cenazelerinde milletimiz bunu çok daha fazla fark etti. Hem bir ilim adamı olarak, hem bir vatandaş olarak, hem Diyanet İşleri Başkanı olarak tekbir ve Kur’an arasında bir tarihte Polonyalı bir müzisyenin cenaze marşı adını verdiği bir müziğin, bir marşın araya girmesinin doğru olmadığını düşünüyorum. Yani bu ne kadar zorunluluk arz ediyor bilemiyorum ama bunun üzerinde herkesin durmasının çok gerekli olduğunu düşünüyorum. Hatta güvenlik görevlilerimizden bazılarının bana bizzat söyledikleri var, yazdıkları var, ben ölürsem Hocam, lütfen bu çalınmasın diye. Belki ailelere sorulması lazım. Sorulduğunda da ben hiç kimsenin buna razı olacağını düşünmüyorum. Böyle bir icbar da söz konusu olmamalı. Yani bizim kendimize ait değerlerimiz var, kendimize ait kültürümüz var. Yani cenazenin İslam geleneğinde bir adabı vardır. Hele şehit cenazeleri de camilerde büyük bir hüzünle, vakarla uğurlanıyor. O esnada herkes dualarını yapıyor. Hafızlar Kur'an-ı Kerim okuyor. Onun arasına bizim ülkemize, bizim kültürümüze, bizim geleneğimize yabancı olan böyle bir unsurun şehit cenazesiyle buluşmasının doğru olmadığını düşünüyorum.
“Bir insan ne kadar günahkar, ne kadar cani, ne kadar katil, ne kadar kötü olursa olsun, ruh bedenden çıktıktan sonra artık o beden toprağa aittir.”
Böyle bir zulme maruz kalarak hayatını kaybeden Özgecan kızımız ve benzeri bütün kadınlarımız, kızlarımız için Rabbimden rahmet diliyorum. Ailesi, hassaten babası Mehmet Bey bu süreçlerde adeta bir toplum öğretmeni gibi davrandı, gerçekten tebrik ediyorum. Özgecan konusu aynı zamanda bizim toplumsal vicdanımızı bir noktada birleştiren bir konu oldu. Toplumun bütün kesimlerini birleştiren, acıda hepimizi birleştiren bir konu oldu. Ancak, birkaç gündür bu tartışılan konunun bir başka açıdan ele alınması gerekiyor. Toplumun infialini anlayabiliyoruz. Fakat biz öyle bir inancın mensuplarıyız ki, bir insan ne kadar cani olursa olsun, ne kadar katil olursa olsun, ne kadar günahkâr olursa olsun, bizim dünyadaki hesabımız kapanır da ahiretteki hesap kapanmaz. Artık onun toprakla buluşturulması gerekir, yani bu konuyu tartışmak doğru değildir. Muammer Kaddafi’nin öldürülme çeşidini hatırlarsanız, o gün benim bir açıklamam oldu, dedim ki, “Zalimi cezalandırmayı bilmeyen toplumlar mazluma sahip çıkamazlar.” Biz mazlumun yanında yer almalıyız, mağdurun yanında yer almalıyız, toplumsal vicdanımız orada birleşmeli. Bir insan ne kadar günahkar, ne kadar cani, ne kadar katil, ne kadar kötü olursa olsun, ruh bedenden çıktıktan sonra artık o beden toprağa aittir.
“İnsanlığın yapabileceği en büyük kötülük çocuk istismarıdır.”
Bugün eğer insanlık yapıp ettiklerinden dolayı kendi kıyametini koparacaksa, insanlığın yapabileceği en büyük kötülük çocuk istismarıdır. Daha ötesi olamaz. Bu hiç kimsenin asla sahip çıkamayacağı, hiç kimsenin örtbas etmeye teşebbüs edemeyeceği, hiç kimsenin asla onaylayamayacağı bir konudur. Bunu reddetmek için Müslüman olmak, Hıristiyan olmak, başka bir dine mensup olmak gerekmiyor. Bunu reddetmek için sadece insan olmak gerekiyor. Yani eğer bir insan, insan olarak kalmışsa, dünyanın neresinde olursa olsun herhangi bir çocuğa karşı işlenen böyle bir istismar, böyle bir insanlık suçuna karşı tavır alması gerekiyor. Bunu yaparken de ayrıca toplumun birbirini suçlamaya kalkışmadan, bunu toplumun bir kesiminin bizatihi o suç üzerinde durarak, onu bir tarafta bırakarak onun üzerinden toplumun farklı kesimlerinin birbirini suçlamaya kalkışması, bir kesimin bir başka kesimi sanki bütün bu insanlık dışı suçu örtbas ediyormuş gibi takdim etmesi yahut bazen bazı medya marifetiyle sanki bu topraklarda her evde bu tür bu kötülük yapılıyormuş gibi gösterilmesi doğru değil; bu bahsi diğerdir. Ama böyle bir şey nerede neşet ederse etsin, ister bir dini kurumdan, ister ruhani bir kurumdan, ister bir dernekten, ister bir okuldan, nereden neşet ederse etsin, bizim siyasallaştırmadan, birbirimizi suçlamadan, insan olarak üzerinde ittifak edeceğimiz bir konu varsa o da bizim herhangi bir çocuğumuza ve çocuklarımıza karşı böyle insanlıktan nasibi almamış kimselerin yapabilecekleri kötülüklerdir. Bu vesileyle hep birlikte çok daha yoğun çaba göstererek bu kötülüklerin hiçbir zaman yaşanmaması için her türlü önlemin alınması gerekiyor.
“Kutlu Doğum Haftası, Mevlid kandiline alternatif bir hafta değil, Resulü Ekrem-i anlamaya ve onu anlatmaya yönelik ilmi, fikri bir haftadır…”
Kutlu Doğum Haftası geldiğinde bir tartışma başlar. Bana da yöneltilen sorular var. “Mevlid Kandili dururken niçin miladi takvime göre Kutlu Doğum Haftasını kutluyorsunuz” diye. Zaman zaman hep tartışma konusu olmuştur. Bazen 23 Nisan’a alternatif olarak, Diyanet bir şey mi yapıyor denildi. Sonra 20 Nisan’da bitecek şekilde tekrar düzenlendi. 27 Nisan bildirisine konu oldu. Şimdi öncelikle şunu ifade etmek isterim: Bu hafta dini bir hafta değil, ilmi ve fikri bir haftadır. Kaldı ki, Mevlid Kandili de doğrudan Kur'an-ı Kerim’den, doğrudan Hazreti Peygamber’in hadislerinden çıkmış bir kandil değildir. Daha önce Mevlid Kandillerinde Hazreti Peygamber anılıyordu, anlatılmıyordu. Bizlerden çok önce hocalarımız, büyüklerimiz 1989 yılından itibaren demişler ki, biz bu anma toplantılarını anlamaya dönüştürelim. Ancak bunu değişken olan bir tarih olduğu zaman toplum tarafından benimsenmesi zor olur, bunun toplum tarafından kabul görmesi için ve okullarımızın açık olduğu, öğrencilerimizin, gençlerimizin, herkesin iştirak edebileceği bir zaman diliminde bunu topluma takdim etmemiz gerekiyor denilmiş. Bunun için de miladi takvime göre Resulü Ekrem Aleyhisselamın doğumunu dikkate alarak Nisan ayında başlatmışız. Bir toplumda bir haftanın, toplumun bütün fertleri tarafından kabulü çok zordur. Ama bizim milletimizdeki Peygamber sevgisi bunu fazlasıyla kabul etti. Bu sadece Türkiye’de değil, yurt dışındaki millet varlığımızın adeta her yıl İslami değerlere ve Hazreti Peygamber’e olan bağlılığını yenilediği bir haftaya dönüştü.
197 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın