• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • https://www.facebook.com/medyaparis
  • https://twitter.com/medyaparis

'Mehdilik konusu Kur'an-ı Kerim’de ve en temel hadis kaynaklarımızda yoktur.'

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den FETÖ ile ilgili önemli açıklamalar.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, NTV’de Oğuz Haksever’in sorularını yanıtladı.
NTV ekranlarından canlı olarak yayınlanan programda Diyanet İşleri Başkanı Görmez, 15 Temmuz kanlı darbe girişimi, 40 yıldır din görüntüsü altında İslam’a büyük zararlar veren FETÖ yapılanması, 15 Temmuz gecesi Türkiye’nin tüm camilerinden sala verilmesi, “15 Temmuz Darbe Girişimi ve Din İstismarına Karşı Birlik, Dayanışma ve Gelecek Perspektifi” başlıklı tek gündem maddesiyle tarihinde ilk defa olağanüstü toplanan Din Şurası ve burada alınan kararlar konusunda açıklamalarda bulundu.
Dini kullanarak 40 yıldır toplumun dini hayatına zarar veren FETÖ yapılanması ve toplum üzerinden din mühendisliği çalışmalarına dikkat çeken Başkan Görmez’in açıklamalarından önemli satır başları şöyle;
“15 Temmuz sonrasında bizi birbirimize kenetleyen birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhu ebediyete kadar daim olsun…”
Öncelikle 15 Temmuz şehitlerini rahmetle yad ediyorum. 15 Temmuz’dan bugüne kadar öncesinde ve sonrasında pek çok şehit verdik, bir hazan mevsimi yaşıyoruz. Rabbim hepsine rahmet eylesin. Gazilere, yaralılara acil şifalar diliyorum. 15 Temmuz sonrasında bizi birbirimize kenetleyen birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhunun ebediyete kadar daim olmasını, gelişerek süreklilik kazanmasını yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
“Diyanet’in görevi sadece namaz kıldırmak, camileri idare etmek değil, milletin iradesi gasp edilmek istendiğinde milletimizi hukukuna sahip çıkmaya davet etmektir…”
Diyanet, 100 bini aşkın personeliyle bu milletin dini hayatına, manevi hayatına rehberlik yapan bir müessesedir. Bizim görevimiz, sadece namaz kıldırmak, sadece camileri idare etmek değil. Bize düşen, zor zamanlarda milletin iradesi gasp edilmek istendiğinde, milletin paralarıyla alınan tankları milletin kalbine yöneldiğinde bize düşen minarelerimizden salalar okuyarak milletimizi hukukuna sahip çıkmaya davet etmek oldu. Çünkü Kurtuluş Savaşımızda da, diğer bütün zamanlarda da din hizmeti yürütenlerin vazifesi daha çok milletin o maneviyatını ayakta tutmak ve milletin yanında yer almak olmuştur. Bizim de ilk aklımıza gelen o oldu.
“Milletimiz, kulağında sala, dilinde tekbir, elinde bayrak ile meydanlara yürüyerek üzerine çöken o ihaneti bertaraf etti…”
Sala barıştır, salat rahmettir. Rahmet ve barışın bize yönelen bu şiddeti ortadan kaldıracağına inandık. Herhangi bir şiddete başvurmadan bu gece hep beraber milletin yanında yer alalım dedik ve sabahlara kadar da Türkiye’nin bütün camilerinde böyle oldu. Milletimiz, kulağında sala, dilinde tekbir, elinde bayrak ile meydanlara yürüyerek hamd olsun o kâbus gibi milletimizin üzerine çöken o ihaneti bertaraf etti. Ben bu vesileyle bir kez daha gerçekten o gece sabaha kadar milletle beraber hareket eden, onların maneviyatını ayakta tutmaya çalışan bütün din gönüllüsü kardeşlerime tekrar teşekkür etmeyi yerine getirilmesi gereken bir vazife addediyorum.
“Her kurum gibi Diyanet İşleri Başkanlığı ve İlahiyat camiasının da bir özeleştiri yapması gerekiyor…”
Bu darbe girişimi, bu topraklarda yaklaşık 40 yıl kendisini dini bir cemaat olarak adlandırmış bir yapının öncülüğünde gerçekleşti. 40 yıl bu topraklarda vaazlar verildi, konuşmalar yapıldı, evler kuruldu, okullar açıldı. Bütün bunlar da din söylemi altında yapıldı. Üstelik bu dini yapı bizim zekâtlarımızı toplayarak, bizim sadakalarımızı çalarak, bizim evlatlarımızı devşirerek, bizim evlatlarımızın beynini yıkayarak bu noktaya getirdi. Cenabı Hakk’ın adını, Sevgili Peygamberimizi, sahabeyi yani dini kullanarak bu noktaya geldi. Ayrıca bu yapı DAEŞ gibi, Boko Haram gibi, El Kaide gibi şiddetten söz etmemişti bize. Bilakis savaşı, şiddeti, kötülüğü daha çok yererek, barış diyerek, kardeşlik diyerek, diyalog diyerek, dinler arası diyalog diyerek bir yapıyı ayağa kaldırdı. Diyanet İşleri Teşkilatı’nın da özeleştiri yapması gerekiyor. İlahiyat camiasının da aynı şekilde bir özeleştiri yapması gerekiyor. Ancak bunun yanında Diyanet İşleri Teşkilatı olduğu için, bu toplumun tamamını kuşatmamış olduğunu söyleyebilirim.
“Açık düşmanla mücadele etmek kolaydır, ancak münafıkla mücadele etmek zordur…”
Tarihimize baktığımız zaman bu yapının söylemini camiye sokmadık. Bir bütün olarak ele aldığımızda Diyanet, yapının söylemlerinin camiler ve din söylemi içerisine girmemesi için elinden gelen her türlü gayreti sarf etmiştir. Bu yapının bilhassa dinler arası diyalog söyleminin dünyayı aldatan bir söylem olduğunu tespit ettikten sonra, uluslararası bir toplantıda ‘Dinler arası diyalog yoktur. Tevhit ile teslis arasında diyalog olmaz. Ama dini kurumlarla, din adamları arasında, dünyanın meseleleri arasında doğru ilişkiler olur’ dedikten sonra Diyanet adeta hedefe alındı. Büyük bir itibar suikastına uğradı. Bu ülkede Diyanet kadar bu yapı tarafından itibar suikastına uğratılan çok az kurum vardır. Açık düşmanla muhatap olduğumuzda yapacağımız işler bellidir. Ama İslam dininin ve İslam dünyasının başa çıkmakta zorlandığı bir düşman vardır ki o da nifaktır. Münafıkla uğraşmak, mücadele etmek zordur.
“Haramı ve helali belirleme yetkisi, dinin esaslarını koyma yetkisi ancak Allah’a aittir…”
Hz. Peygamberden başka masum, günahsız, tartışılmaz, mutlak hakikat, hakikatin kaynağı yoktur. Rehber sadece muallimdir, mürebbidir. Bize sadece ders verir, ilim öğretir, alimdir. Ama dinin otoritesi, dinin kaynağı, söyledikleri dinde kaynak, tartışılmaz kabul edilecek bir beşer yoktur. Baki hakikatler fani şahsiyetler üzerine bina edilmez. Masumiyet, günahsızlık sadece peygamberlerde vardır. İslam dünyası erken asırlardan itibaren bir hataya düştü. Bizden önceki dinlerde de bu hataya düşülmüştü. Yahudi ve Hristiyanlarla ilgili bir ayet nazil olduğunda, ‘Onlar hahamlarını ve papazlarını ilah edindiler, rab edindiler’ denildiğinde, Adiyy bin Hatem isimli Yahudi din bilgini iken Müslüman olmuş birisi ayağa kalktı; ‘Ya Resulullah, ben bu kadar içlerinde yaşadım, biz onları rab edinmemiştik, burada bir yanlışlık yok mudur’ diye sorar. Sevgili Peygamberimiz de der ki, ‘Onlar bir şeye haramdır dedikleri zaman siz de haram demiyor muydunuz? Onlar bir şeye helal dedikleri zaman siz de helaldir demiyor muydunuz?’ ‘Evet biz böyle derdik’ diyor. ‘İşte bu onları rab edinmenizdir’ Haramı ve helali belirleme yetkisi, dinin esaslarını koyma yetkisi Cenabı Hakk’a aittir. Vahiy ile o bize bildirmiştir. Dolayısıyla beşer dediğimiz bir varlığı dinin yegâne otoritesi, haram ve helali belirleyen, bize istediğini söyleten, her türlü gayri meşru düşünceyi meşrulaştıran bir insan konumuna düşürdüğümüzde bu, insanı şirke götüren bir davranıştır.
“Topluma silah yönelten bir insanın ‘hoca efendi’ gibi bir sıfatı hak etmesi mümkün değildir…”
Malumat sahibi olmakla alim olmak ayrı bir şeydir. İslam dininde alim dendiği zaman, aynı zamanda ilmiyle amel eden, ihlas sahibi, İslam’ın ortaya koyduğu o öğretiler içerisinde hareket eden insan demektir. Bu süreçte Diyanet İşleri Başkanlığı olarak en çok müşteki olduğumuz husus, bizim bizatihi yürüttüğümüz görevlere unvan olarak verilen isimlerin tamamının neredeyse adeta kirlenmesidir. İmam, alim, vaiz, hoca efendi, cemaat gibi kelimeler. Bir insanın 40 yıl kendisini topluma farklı tanıtarak, eğitim, ahlak, inanç, zekât, sadaka diyerek, ‘ben çocuklarınızı ahlaklı bir nesil yetiştireceğim’ diyerek, sonra o açtığı evlerde beyinler yıkayarak, toplumu teslim alarak, daha sonra toplumun imkânlarıyla alınan silahları topluma yönelten bir insanın bu sıfatları hak etmesi mümkün değil.
“FETÖ, eğitim, maneviyat ve güç açığımızı kullandı…”
Geriye dönerek bir hasar tespiti yapma mecburiyeti var. En azından bundan sonra aynı hatalara düşmemek için hasar tespiti yapmak gerekir. Bu yapı yahut benzer herhangi bir yapı toplum olarak bizim hangi açığımızı kullandı. Hangi açlığımızı, hangi beklentimizi istismar etti. Baktığımızda üç açığımızı tespit ederek yola çıktıklarını görüyoruz. Birincisi, eğitim açığımızı gördüler. Dershanelerle, okullarla adeta paralel alternatif bir eğitim ihdas ederek ve Türkiye’de her düşünceden insanın kendi çocuğunu göndermek zorunda bırakıldığı bir eğitim ortamı oluştu. Önce bunu tespit etmek gerekiyor. Bunun için üniversitelerimizin ve Milli Eğitim Bakanlığımızın oturup çalışmalar yapması gerekiyor. İkinci açığımız, din ve maneviyat açığımız. Burada da Diyanet ve ilahiyatın üzerinde durması gerekiyor. Son olarak ise, güç açığı, itibar açığı. Bilhassa devşirme metodu. Öğrencileri evlerde yetiştirme metodu. Hem eğitim açığımızı, hem maneviyat açığımızı, hem de güç ve itibar açığımızın kullanıldığını görüyoruz. Öyleyse bu açıklarımızı toplum olarak kapatmamız gerekiyor. Her müessesenin kendi üstüne düşeni yapması gerekiyor.
“FETÖ, üç kavramla bizi aldattı…”
Yapının tamamına ve tarihine baktığımız zaman üç kavram görüyoruz. Biri hizmet kavramı, biri himmet kavramı, biri de tedbir kavramı. Aslında bu üç kavram hem din anlayışını, hem topluma bakışını, hem de toplumla ilişkilerini bütün yönleriyle ortaya koyuyor. Dinin tarihinde de hizmet kavramı müspet bir kavramdır. ‘Toplumun efendisi topluma hizmet edendir’ buyurur sevgili Peygamberimiz. Dolayısıyla Hakk’a ve halka hizmet İslam’ın insanlara yüklediği bir vazifedir. Ama bu hizmet kavramının nasıl kullanıldığını gördük biz? Hizmet kavramının toplumu ve devleti ele geçirmek için kullanıldığına şahit olduk hep birlikte. Himmet kavramı yardım etmek manasındadır, içinde sadakası, zekâtı, infakı, yardımı vardır. Ama himmet kavramının zaman içerisinde bir haraca dönüştüğünü hepimiz gördük. Hassaten din anlayışına baktığımız zaman, her türlü yanlışlığı meşrulaştıran bir ruhsat ortaya çıkıyor. Bir ruhsatın kendisine verildiğini adeta görüyorsunuz. Bütün tarihine baktığımız zaman, zamana ve zemine göre sürekli değişebiliyor. Yeri geldiğinde Allah’ın haram kıldıkları helal, helal kıldıkları haram olabilecek. Aynı şekilde tedbir kavramının ise, Şia’da var olan takiye kavramının bir karşılığı olarak kullanıldığını görüyoruz. Tedbir kavramında ise her türlü gayri ahlakilik mübahlaştırılıyor. Mesela sınavların sorularını çalmak meselesi, bütün nesillerin istikbalini çalmaktır, insanların istikbalini çalmaktır. Milyonlarca insanın hakkına, hukukuna girmektir. Sadece o hedefe varmak için bunu bir din meşrulaştırabilir mi?
“Peygamberlerin sadık rüyaları dışında hiçbir rüyanın İslam’da herhangi bir bilgi değeri yoktur…”
İslam’ın bilgi kaynakları çok açık ve nettir. Elbette temel bilgi kaynağımızın Yaratıcımızın gönderdiği Yüce Kerim Kitabımızdır ve o Kitabın Peygamberimiz tarafından yaşanmış bir hayata dönüşmesini sağlayan Peygamberimizin sünnetidir. Onunla beraber ayrıca akıldır, yani vahye muhalif olmayan insan aklıdır, alimlerin icmaıdır, dolayısıyla bizim edille-i şeriye dediğimiz 4 delilimiz açık ve nettir. Bunun dışında herhangi bir insanın bütün bunlara muhalif olarak, ‘ben Peygamberle görüştüm, şöyle yapacaksınız, ben Allah’la buluştum, şöyle davranacaksınız, ben rüyamda şunu gördüm, öyleyse siz de şunu yapacaksınız’ sadece peygamberlerin sadık rüyaları dışında hiçbir rüyanın İslam’da herhangi bir bilgi değeri yoktur, bunlarla hareket etmek doğru değildir. Hele hele bunlar Allah’ın ayetlerine, Peygamberin sünnetine muhalifse zaten insanı çok daha büyük bir şirke, çok büyük bir günaha sevk eder.
“Mehdilik konusu Kur'an-ı Kerim’de ve en temel hadis kaynaklarımızda yoktur…”
Mesiyanik hareketler bizim tarihimizde çok ciddi bir sorundur. Yani İslam’dan önce de bütün dinlerde bir kurtarıcı beklentisi fikri, düşüncesi hep var olagelmiştir. İslam’da da bu vardır, olmuştur. Ama şimdi 14 asır geçti İslam Peygamberinin üzerinden, yüzlerce denilebilecek Mehdi geldi, hepsinin sahte olduğu ortaya çıktı. İslam bireysel olarak sorumluluğu her insana vermiştir. Yaptığı iyilik insanın kendisinedir, yaptığı kötülük de insanın kendisinedir. İslam Peygamberi kızı Fatıma’ya der ki, “Fatıma, babam Peygamberdir diye bana güvenme” der, çünkü herkes kendisi Allah’ın huzurunda hesaba çekilecektir. Hiç kimse kimsenin üzerindeki vebali alma yetkisine sahip değildir. Babamız peygamber bile olsa Fatıma’ya söylediği gibi, biz dünyada yapıp ettiklerimizin hesabını Allah’a vereceğiz. Mehdilik konusu Kur'an-ı Kerim’de hiçbir ayette ifade edilmemiştir, yoktur. Hadis kitaplarımıza baktığımızda da, Buhari, Müslim ve İmam Maliki Muvatta gibi en temel hadis kaynaklarımızda da Mehdilik diye bir başlık yoktur, Mehdi ile ilgili bir tek hadis yoktur. Tali dediğimiz Ebu Davud gibi, Tirmizi gibi bazı hadis kaynaklarımızda kıyamet alametlerini, kıyamet öncesini anlatırken, insanlık tarihi sona ererken, insanlığın başına gelecek bazı hadiseler ifade edilirken mehdi gibi, mesih gibi bazı kavramlar, buralarda ifade edilir.
“FETÖ ihanetini konuşurken din hizmetine ve din eğitimine katkıda bulunan bütün cemaatleri aynı kategoriye sokmak doğru değildir…”
15 Temmuz’da milletimiz şunu ifade etmiş oldu: “Biz her birimiz kendimiz kalarak özgürce bu ülkede beraber yaşayalım” Ama benim en büyük korkum, bu sürecin bir fitneye dönüşmesi. Fitne kelimesi dinin insanları ikaz etmek için kullandığı çok önemli bir kavramdır. Kur’an-ı Kerim “Fitne adam öldürmekten daha beterdir, daha şiddetlidir” diyor. Çeşitli fitneler dolaşabilir o fitnelerden bir tanesi de bu ihanet üzerinden birtakım bütün yapıları aynı kategoriye sokarak suçlamak. Dünyaya İslam’ın mesajı geldiği andan itibaren Hz. Peygambere mensubiyeti ifade eden bir ümmet kavramı vardır ve o ümmetin vahdet içinde olması istenmiştir. Bu vahdeti parçalamayacak İslam’ın temel referanslarına sadık yapılara biz cemaat diyoruz. FETÖ dediğimiz bir ihaneti konuşurken o ihanet üzerinden nice masum yapıları içerisinde barındıran bütün din hizmetine, din eğitimine katkıda bulunan bütün cemaatleri aynı kategoriye sokmak doğru değildir. Ancak aynı hataya düşmemeleri için her birisinin özeleştiri yapması gerekiyor.
“Cemaatler, şeffaf olmalı ve kendi iç disiplinlerini kurmalıdır…”
Cumhuriyet tarihi boyunca iki yol konuşuldu. Bütün cemaatlerden kurtulmanın yolu olarak iki yol zaman zaman önerildi. ‘Ya yasaklamak’, hiçbir zaman çare olmamıştır. Çare olmaz doğru da değildir. Biri de “Devletleştirmek, hepsini Diyanet’e bağlayalım, hepsini kontrol altına alalım.” Bu da doğru olmaz. Doğru olan İslam’ın ana yolundan sapmamaları için yanlış yola sapmamaları için şeffaf olmaları, liyakat ve sadakat esaslarına bağlı kalmalarını sağlayacak bir mekanizmanın oluşması ve belki de en önemlisi de bütün bunlarla beraber kendi iç disiplinlerini kurmalarını sağlamak. Yani birisi yanlış bir şey İslam’a aykırı bir şey söylediği zaman aldatanla, aldatmayan tefrik edilmeli. Güvenliğimizi tehlikeye sokacak bir davranış içerisine girmemeli. Cemaatin liderinin söyledikleri vahiy yerine konmamalı, ona bir kutsiyet atfedilmemeli. Kendisinin olmayanı dalalete görmemeli, tekfir etmemeli, tevsik etmemeli, tadlil etmemeli.
“FETÖ’yü Avrasya İslam Şûra’sında uluslararası çerçevede ele alacağız...”
15 Temmuz’dan sonra İslam ülkelerinden heyetler, üzüntülerini ifade ettiler. Doğrudan diyalog kurarak ‘biz ne yapabiliriz, bundan sonra ne yapabiliriz’ diye sordular. Muhatap olduğumuz bütün ülkelerin Din İşleri Bakanlarına, Diyanet İşleri Başkanlarına birer mektup gönderdim. Mektupta yaşadıklarımızı anlattım. Din görüntüsü altında bir yapının sonunda nereye geldiğini, bize nasıl zarar verdiğini, çocuklarımıza nasıl zarar verdiğini kendileriyle açık yüreklilikle paylaştım. Avrasya İslam Şûrasında bu konuyu uluslararası çerçevede de ele almış olacağız.
“Çocuklarımıza doğru bir din eğitimi veremezsek, birilerinin ışık evleri diye isimlendirdiği bir yerde kalbi karartılabilir…”
Türkiye kadar din eğitimi konusunu, din öğretimi konusunu tartışan başka bir ülke olduğunu zannetmiyorum. Biz doğru bir din eğitim vermeliyiz. Yok saymak çözüm değildir. Çocuk başka yerden alır ve yanlış alır. Merdiven altından edineceği din bilgisi yahut birilerinin ışık evleri diye isimlendirdiği bir yerde kalbi karartılabilir. Din ve maneviyat boşluğunu çocuklarımızda bırakmamalıyız, bunu doğru öğretmeliyiz. Bunun takipçisi olmalıyız. Kim bize gelip diyorsa ki, “Hakikat benim avucumda” orada bir yalan var demektir. Hakikat kimsenin avucunda değil, kimse hakikatin sahibi değildir.
“Din eğitimi ve öğretiminin bugün en büyük sorunu, metodoloji sorunudur…”
İslam dünyasında bugün yaşadığımız en büyük sorun, Allah’ın kitaptaki ayetleriyle Allah’ın kâinattaki ayetlerini birleştirerek okumadığımızdır. Kitabı kâinattan ayırarak okuduğumuz zaman bize fayda vermez. Çünkü Kitap bizi kâinata gönderiyor, aralarında ilişki var. Kalple akıl arasında, ruhla beden arasında, kâinatla Kur’an arasında, vahiyle akıl arasında muazzam bir ilişki var. Din eğitimi ve öğretiminin bugün en büyük sorunu, metodoloji sorunudur. Birlikte verdiğimiz zaman bunun anlamı olur, faydası olur. Aksi takdirde hayattan koparılmış bir dinin öğretilmesi fayda vermez, çünkü o din hayata geldi.
“İnsanla din arasındaki o doğru ilişkiyi kurmalıyız…”
Bizim geleneğimizde iki mektep vardır, dinin gönderiliş gayesiyle ilgili iki anlayış vardır. Birisi der ki, dini Allah kendisi için gönderdi. İmam Maturidi de derki, Allah dini insan için gönderdi. İkisi arasında çok fark var. Bu topraklarda biz daima ikincisini esas aldık. Allah dini insan için gönderdi, öyleyse insanla din arasındaki o doğru ilişkiyi kurmalıyız. Kur’an’la kâinat arasındaki, tabiat arasındaki, İhlas Suresiyle güneş arasındaki, ay arasındaki o ilişkiyi doğru anlatmalıyız. Onun için sadece din bilgisi diye bir bilgi yoktur, yani hadis din bilgisi olacak, ama fizik din bilgisi olmayacak, matematik din bilgisi olmayacak, o zaman hayat olmaz, hayatın olmadığı yerde din olmaz. Onun için bilhassa Yaratıcının yeryüzüne o Kitabı gönderirken en büyük gayesi olan o rahmet mesajını bizim o ayetlerde tespit ederek çocuklarımıza yeniden öğretmemiz gerekiyor.
“Atamalar Eylül’de yapılacak…”
Başkan Görmez konuşmasının son bölümünde din görevlilerinin girmiş oldukları sınavlar ve FETÖ soruşturması kapsamında açığa alınan personellerle ilgili de açıklama yaptı. Başkan Görmez, konuyla ilgili olarak “Sınavlardaki komisyonlarda görev alan bazı görevliler açığa alındığı için tamamı şaibe altında olmasın istedik. O tamamlanmamış olan sınav yenilecek, herkes daha iyi hazırlanacak sınava girecek ve Eylül ayı sonunda da inşallah herkesin ataması yapılacak ve görevinin başında olacak
“FETÖ’ye gönül vermiş bir din görevlisine mihrabı vermemiz mümkün olmaz…”
Darbeden önce biz pek çok tespitimizi yapmıştık, ancak mahkemelerden dönülüyordu. Fakat darbeden sonra kılı kırk yararcasına, yanlışla doğruyu birbirinden ayırmak için çok yoğun bir çaba içerisine girerek çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Şu ana kadar 3 bin 600 kadar görevlimiz açığa alındı, ama tabi soruşturmalarımız devam ediyor. En küçük yanlış bir bilgi ortaya çıktığı zaman arkadaşlarımız tekrar kendi görevlerine dönecekler, hiç kimsenin endişesi olmasın. Ama bu yapıyla en küçük bir gönül bağı kurmuş herhangi bir kimseyle de yolumuza devam etmemiz mümkün değil. Mihrabı bu yapıya gönlünü kaptırmış herhangi bir din görevlisine vermemiz de doğru olmaz, mümkün olmaz. Çok büyük travmalar yaşadık, bundan sonra bu hatalara düşmemek için daha yoğun bir çaba içerisinde olmamız gerekiyor.
326 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın