• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • https://www.facebook.com/medyaparis
  • https://twitter.com/medyaparis
Fransa Notları
Kendimize inanalım ve takım oyunu oynayalım.
25/05/2013

2010 DÜNYA KUPASI VE TAKIM OYUNU

Eskiden futbol yazıları yazardım ama bu bir futbol yazısı olmayacak maalesef. Futbol üzerinden hayat felsefesi ve sosyoloji yapacağız biraz. Dünya futbol turnuvasını düzenli izleyemedim zaten. Ama önemli maçlara baktım. Kaçırdığım tek önemli maç Almanya’nın İngiltere’yi elediği maç oldu.

2010 dünya kupasının sonunda İspanya, Hollanda ve Almanya’n

ın kalması bize neyi gösteriyor olabir? Oysa çok daha karizmatik, çok daha bireysel başarılara sahip takımlar ve daha efsanevi takımlar vardı bu turnuvada. Gana’nın kılpayı ve tesadüfen penaltılarda mı elendiğini düşünüyoruz acaba? Gana karizmatik bir takımdı. Takım oyunu oynayamıyordu ve kazanmaya kilitlenmemişti. Brezilya ve Arjantin’in efsanevi ve karizmatik oyuncuları, Maradona’sı ne oldu peki? Zevk verdiler, ama takım oyunu oynamayarak kaybettiler ve hayranlarını hayal kırıklığına uğrattılar. Almanya sonuna kadar takım oyunuyla geldi. İngiltere ve Arjantin gibi iki devi, takım oyunuyla eledi. Dikkat çekmek istediğim iki şey var. Takım oyunu ve kendine inanmak. Yarı finalde, Almanya ve İspanya maçına ilk göz attığımda, henüz maça bir dakika süreyle bakmadan ‘’yahu bu Almanya niye oynamıyor ki’’ dediğimi hatırlıyorum. Almanya İspanya’nın adından korkmuştu ve kendine inancı zayıftı. İnanç olmayınca büyük gayret insana eziyet verir. Çok zorlandı, çok çalıştı, inançsızlıkla, İspanya’nın ekip çalışmasına cevap veremedi ve son anda elendi. İspanya hem iddialı idi, hem de takım oyunundan taviz vermedi. Futbolda ve hayatta başarının en önemli iki unsuru olan inanma ve azimle kazandı. İspanya - Almanya yarı finali ile, İspanya - Hollanda finali, hem oyun kalitesi, hem takımların psikolojileri hem de sonuç olarak birbirinin tekrarı iki maç gibiydi. Sadece birinde Almanya ve Hollanda yer değiştirmişti.
Takım oyunu ve inanç. Futbol sadece futbol değildir. Bir oyundan ibarettir ve hayata dair çok şey barındırır. Bir oyundur, ama modern bir oyundur. Eskiden boks ve güreş gibi bireysel sporlar ön planda idi. Şimdi ise futbol gibi takım oyunu ve ekip çalışması gerektiren sporlar revaçta. Her zaman diliminin bir ruhu vardır. Başarı için zamanın ruhu bize ekip çalışmasını ve kollektif hareket etmeyi işaret ediyor. Çevremizdeki Pegeout fabrikasını düşünelim. Bir adam araba üretmeye kalksa, ve arabanın bütün parçalarını tek başına yapabilme kabiliyeti olsa, şimdikinden daha kaliteli ve daha çok araba üretme imkanı olabilir mi? Bireysel kahramanlıklar ortaçağda kaldı. Zaman ekip çalışması zamanı. Bakınız şu yazı Mehmet ALTAN’ın bugünkü yazısından bir pasaj. ‘’ Pennsylvania’daki çiftlikte 2400 inek var... Sadece 47 kişi çalışmakta... Günde 70 ton süt üretilmekte... Bu bizim 20, 25 köyün ortalamasına eşit... Kalite farkı da cabası... Yıllık net kar ise 11 milyon dolar... Türkiye ise hala her aileye bir inek vererek ‘refah’ sağlama peşinde.
47 çalışan, 2 bin 400 inek ve yılda 11 milyon dolar net kar nerede, kırık dökük evlerde bir iki inek ile yaşam savaşında ayakta kalma çabası nerede? Şöyle de sorulabilir: ‘Dünyalaşma nedir, mezralaşma nedir?’’’
Modern dünyada, Amerika ve Avrupa’da, bireysel davranarak bir iş yapılamaz. Ticari anlamda da yapılamaz, sosyolojik-kültürel anlamda da yapılamaz. Dev araba firmaları birleşerek büyümeye gidiyorlar. Devletler, ittifaklar kurarak, başka alternatif devletler topluluklarına karşı güç oluşturmaya çalışıyorlar. Devletler içindeki sosyal gruplar örgütleniyor, sivil toplum kuruluşu çerçevesinde, dernekleşiyorlar, sendikalaşıyorlar ki, içinde yaşadıkları devlet onları görsün, onların farkına varsın ve ne istediklerine baksın. Devletler içindeki farklı sosyal gruplar, o devlet içindeki haklarını örgütleşerek alıyorlar ve kendilerini soysal kurumlar aracılığı ile ifade ediyorlar. Bireysel gayretler böylesi bir sistemde sonuç vermiyor zira,,.
Şimdi, içinde yaşadığımız Fransa ve Fransa içindeki Türkler özeline gelecek olursak; Türklerin Fransa’da yaklaşık 35 -40 yıllık bir mazisi var. Avrupa ülkeleri içindeki Türklerin, Fransa’da örgütlenmesi, nüfusun azlığı sebebiyle biraz gecikmiş. Fakat, çok şükür ki, bugün sosyal örgütlenme ve kurumsallaşma kısmen tamamlanmış durumdadır. Ditib dernekleri, Türk Federasyonları ve Milli Görüş dernekleşme sürecini tamamlayarak Fransız sosyal hayatında yerini almış durumdalar. Ancak Fransa’da yaşadığımız ve gözlemlediğimiz en önemli sorun, bu derneklere katılımın belli ve sınırlı düzeyde olması. Hiçbir dernekle ilgisi ve katılımı olmayan Türk ailelerinin sayısı, derneklere katılan ailelerin sayısından daha fazla olduğu kanaatindeyiz. Bu ilgisizlik, bu katılmama, destek vermeme, sözünü ettiğimiz derneklerin elini zayıflatmakta ve istenilen hedefe ulaşmada, çalışmaları akim bırakmaktadır. Bizim arzumuz doğal olarak, bütün Türk ailelerinin mutlaka bir derneğe, bir sosyal kuruma katılması, ve Türkler’in ortak çalışmasına omuz vermesidir. Hatta bir aile bütün kuruluşlarla irtibat halinde olabilir ve hepsine maddi-manevi destek olabilir. Zaten bu organisazyonlardaki ayrılık, ,izafidir. Bunların hepsi Müslüman olmak ve Türk vatandaşı olmak ortak noktasından hareketle aynı hedef için çalışan fakat farklı yöntemler uygulayan kuruluşlardır. Yöntemler farklıdır. Hedef aynıdır. Hedef nedir peki? Türkler’in sosyal haklarını kazanması. İbadet mekanları edinme ve yaşatma, sosyal tesisler kazanma, çocuklara dini eğitim. Ama bu hedefler daha da genişletilmelidir. Ne olabilir mesela? Türklere ait düğün salonları, eğlence merkezleri, spor merkezleri, Türk okulu, kurban kesme noktaları gibi daha uzak ve zor hedefler göze kestirilebilmeli ve bunu için geniş katılımın olması gerekmektedir.
Atalarımız , ‘’ bir elin nesi var, iki elin sesi var’’ demişler. Toplu hareket edebilirsek, ancak ses getirebilir, ancak iş üretebiliriz. Peygamber efendimiz de ‘’üç kişi bir araya gelince bu üç kişi bir cemaattir’’ buyurmuşlardır. Biz Fransa’da 600 bin Türk’üz. Montbeliard bölgesinde ise 7-8 bin Türk’ten bahsedilmektedir. Burada çok ciddi bir potansiyele sahip olmamıza rağmen, henüz, ciddi, ses getirecek bir cemaat halinde değiliz. Burada cemaatten kastımız cami cemaati değil, sosyal bir sınıftır. Sayımız 1 milyon da olsa, ortak hareket etme ve kurumsallaşma olmadıkça bir cemaat olamayız ve Türklüğümüzü, Müslümanlığımızı kaybederiz.
Kendimize inanalım ve takım oyunu oynayalım ves-selam.


ARİF KARABACAK



596 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

İSLAM VE COĞRAFYA VEYA ÖRFE GÖRE ŞEKİLLENEN İSLAM - 05/09/2013
İslam dini bir hammadde gibidir. Her kültür ve coğrafyada farklı işlenmiş ve farklı müslümanlık modelleri ortaya çıkmıştır.
MELEZLEŞME Konumuz, hem fiziksel melezleşme, hem de kültürel - 25/05/2013
Melezleşme üzerine konuşacağız. Konumuz, hem fiziksel melezleşme, hem de kültürel melezleşme.