Hepimizin bildigi Salavat-i şerif'in bestecisi Itri ölümünün 300. yılında Paris'te anılacak.
ölümünün 300. yılında büyük bestekar Itri'yi anma Konseri 
2013 Yılını UNESCO, Itri yılı ilan etti ve bu kapsamda,
 ölümünün 300. yılında büyük bestekar Itri'yi anma Konseri 3 Aralik Pazartesi günü  Paris'te saat 19 'da Unesco salon 1'deyapılacak.
Ucretsiz yapilacak olan etkinlige katilmak isteyenler davetiye icin bir mail atmaniz yeterli : dl.turquie@unesco-delegati. ons.org
Yaklaşık 40 yıldır Fransa'da yaşayan ve Türk müziğini batıya tanıtan, müzikoloji çalışmaları da bulunan ünlü sanatçı ve neyzen Kudsi Erguner'in, Itrî ve döneminden günümüze, Osmanlı musikisindeki yorum farklılıklarını incelemesiyle devam edecek.
 
Itrî'yi saygıyla anmak
Klâsik Türk müziğini kubbe kubbe coşturan, yücelten, ilâhî bir ses, bir nefes 
olup gönülleri büyüleyen büyük Türk bestekârı Itrî'yi saygıyla anmak gerek... 
Bayram Tekbîri ve Salât-ı Ümmiye’siyle minarelerden kandil kandil yere 
yağan, Na’t-ı Mevlâna'sıyla Mevlâna misali âşık olan, âşkla dolan büyük müzisyen 
Itrî, yarattığı şaheserlerle, daha çok kitaplarda değil, Türk Milletinin 
gönlünde ve dilinde yaşamıştır. Bu yüzden doğduğu yıl kesin olarak bilinemiyor. 
XVII. yüzyılın ortalarında, yaklaşık olarak 1640 yıllarında, İstanbul’da 
Yenikapı Mevlevihanesi yakınında, Yayla diye anılan semtte doğdu. Asıl adı 
Mustafa olup Itrî mahlasını şiirlerinde kullanmıştır. Mustafa, zengin ve kibar 
bir aileden gelir. Müziğe karşı büyük bir aşkı vardı. 
Genç yaşındayken iyi 
bir öğrenim görerek, zamanın konservetuarları sayılan mevlevîhanelere devam 
ederek mevlevî olmuş, devrin müzik ustalarından ders almıştır. Bu ustaların 
başında, büyük bestekâr, Tanburî Hafız Post da vardır. 
Itrî'nin ney 
üflediğine ve Galata Mevlevîhanesinde bir süre neyzenbaşılık yaptığına dair bir 
hikâye vardır. 
Buna göre: 
Sultan IV. Mehmed zamanında, İstanbul 
Galata Mevlevîhanesine Derviş Çelebi, şeyh olarak tayin edilir. Geleneklere 
uyularak şeyhin posta oturacağı gün, mukabele denen büyük bir ayin düzenlenir. 
Ayinden önce, dergâh şeyhini tebrik için gelenler, değerli hediyeler de 
getirirler. Ayinin yapılacağı “Semâhane” bu hediyelerle dolup taşar. Ayin 
başlamak üzeredir, derken kapıdan soluk soluğa, saz gibi sararmış, boynu büyük, 
fakir genç bir derviş girer. Herkesin gözü bu dervişe takılır. (Bu da kim?...) 
diye birbirlerine bakışırlar. Derviş, ince bir tevazu ve edeple, şeyhin elini 
öper, sonra da koynundan bir ney çıkararak: 
* Bu neyden başka dünyalığım 
yok. Bu niyâzımı bir hediye olarak kabul buyurunuz efendim. der ve şeyhe uzatır. 
Şeyh, neyi alır, öper, dervişe sorar : 
* Adın nedir senin? 
* Derviş 
Mustafa kulunuzum. Itrî de derler. 
* Bu ney senin mi? 
* Eyvallah! 
* 
Üfler misin? 
* Eyvallah...! 
Itrî ney'ini üflemeğe başlar. Birdenbire 
sesler susar, tüm davetliler kulak kesilir neye... Bu bir ses, bir nefes değil, 
yürekten dökülen âşk nağmeleri... Itrî üfledikçe coşar, coşturur, ney inledikçe 
hıçkırıklar artar, gönüller düğüm düğüm çözülür, koca salonda çıt çıkmaz. Neden 
sonra Itrî'nin artık nefesi tükenmiştir. Başı şeyhin dizlerine düşer. Şeyh, onu 
alnından öperek, ayağa kaldırır. 
* Biz postun bahtında, sen dostun gönül 
tahtında oturuyorsun. Tanrı âşk derdini arttırsın. Aferin Itrî... diye 
iltifatlar eder. 
Itrî, o günden sonra, bir süre dergâhın neyzenbaşısı 
olarak, Naat-ı Mevlâna'yı burada besteler. 
Itrî, aynı zamanda üstad bir 
şairdir. Şiirlerini bir arada toplıyan Divân'ı ele geçmemiş ise de; dağınık 
şiirlerinden bu konuda oldukça ileri olduğu anlaşılmaktadır. 
Devrin padişahı 
Sultan IV. Mehmed, Kırım Hanı Gazi Selim Giray, Itrî'yi takdir eden, onu 
sarayına alan devlet büyükleri arasında gelir. 
Osmanlı Sarayındaki fasıllara 
katılan Itrî'nin binden fazla eseri olduğu söylenirse de, bugün bunlardan ne 
yazık ki, çok azı elimizdedir. Dinî eserleri arasında Bayram Tekbiri gerçek bir 
şaheser olarak, Türkiye sınırlarından taşmış, İslâm memleketlerinde de 
okunmuştur. Her mevlevî ayininin başında okunan rast makamındaki Naat-ı Mevlâna 
ise ölümsüz eserlerinden biri olmuş, üç yüz yıldan beri okuna gelmiştir. Dindışı 
eserleri arasında çeşitli besteleri fasıllarda baş tacı edilmiş, Türk müziğinin 
çiçekli bahçesi olarak tanımlanmıştır. Güftesi Nef-î'nin olan: 
“Tûtî-i 
Mû'cize-gûyem, ne desem lâf değil...” adlı segâh yürük semâîsi, yine güftesi 
Nâbi'nin olan: 
“Gel ey nesîm-i sabâ, hatt-ı yardan ne haber...” adlı İsfahan 
zencîr bestesi ve daha otuzdan fazla bestesi ile Itrî, sözde ve sazda, Klâsik 
Türk Müziği’nin zirvesine çıkmış, adını anıtlaştırmıştır. 
Itrî müzikten 
başka bahçe ve meyveye de meraklı idi. Tabiatı seviyordu. Bahçesinde o zamana 
kadar görülmemiş çiçekler ve meyveler yetiştiriyor, yeni cinslerde yeni renkler, 
yeni lezzetler ve yeni rayihalar vücuda getirmek istiyordu. İstanbul’un ünlü 
“Mustabey Armudu”nu ilk defa Itrî yetiştirdi. 
Itrî'nin doğum tarihi kesin 
olarak bilinemiyorsa da, ölüm tarihi kesindir. Yetmiş yaşına doğru, 1712 yılı 
Ocak ayında İstanbul'da ölmüş, Yeni Kapı Mevlevihanesi dışına gömülmüştür. 
Mezarının yeri de kesin olarak bilinememektedir.
.