• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • https://www.facebook.com/medyaparis
  • https://twitter.com/medyaparis
Hepimizin bildigi Salavat-i şerif'in bestecisi Itri ölümünün 300. yılında Paris'te anılacak.

ölümünün 300. yılında büyük bestekar Itri'yi anma Konseri

2013 Yılını UNESCO, Itri yılı ilan etti ve bu kapsamda,
ölümünün 300. yılında büyük bestekar Itri'yi anma Konseri 3 Aralik Pazartesi günü  Paris'te saat 19 'da Unesco salon 1'deyapılacak.

Ucretsiz yapilacak olan etkinlige katilmak isteyenler davetiye icin bir mail atmaniz yeterli : dl.turquie@unesco-delegati. ons.org

Yaklaşık 40 yıldır Fransa'da yaşayan ve Türk müziğini batıya tanıtan, müzikoloji çalışmaları da bulunan ünlü sanatçı ve neyzen Kudsi Erguner'in, Itrî ve döneminden günümüze, Osmanlı musikisindeki yorum farklılıklarını incelemesiyle devam edecek.

 

Itrî'yi saygıyla anmak

Klâsik Türk müziğini kubbe kubbe coşturan, yücelten, ilâhî bir ses, bir nefes
olup gönülleri büyüleyen büyük Türk bestekârı Itrî'yi saygıyla anmak gerek...

Bayram Tekbîri ve Salât-ı Ümmiye’siyle minarelerden kandil kandil yere
yağan, Na’t-ı Mevlâna'sıyla Mevlâna misali âşık olan, âşkla dolan büyük müzisyen
Itrî, yarattığı şaheserlerle, daha çok kitaplarda değil, Türk Milletinin
gönlünde ve dilinde yaşamıştır. Bu yüzden doğduğu yıl kesin olarak bilinemiyor.

XVII. yüzyılın ortalarında, yaklaşık olarak 1640 yıllarında, İstanbul’da
Yenikapı Mevlevihanesi yakınında, Yayla diye anılan semtte doğdu. Asıl adı
Mustafa olup Itrî mahlasını şiirlerinde kullanmıştır. Mustafa, zengin ve kibar
bir aileden gelir. Müziğe karşı büyük bir aşkı vardı.
Genç yaşındayken iyi
bir öğrenim görerek, zamanın konservetuarları sayılan mevlevîhanelere devam
ederek mevlevî olmuş, devrin müzik ustalarından ders almıştır. Bu ustaların
başında, büyük bestekâr, Tanburî Hafız Post da vardır.
Itrî'nin ney
üflediğine ve Galata Mevlevîhanesinde bir süre neyzenbaşılık yaptığına dair bir
hikâye vardır.

Buna göre:
Sultan IV. Mehmed zamanında, İstanbul
Galata Mevlevîhanesine Derviş Çelebi, şeyh olarak tayin edilir. Geleneklere
uyularak şeyhin posta oturacağı gün, mukabele denen büyük bir ayin düzenlenir.
Ayinden önce, dergâh şeyhini tebrik için gelenler, değerli hediyeler de
getirirler. Ayinin yapılacağı “Semâhane” bu hediyelerle dolup taşar. Ayin
başlamak üzeredir, derken kapıdan soluk soluğa, saz gibi sararmış, boynu büyük,
fakir genç bir derviş girer. Herkesin gözü bu dervişe takılır. (Bu da kim?...)
diye birbirlerine bakışırlar. Derviş, ince bir tevazu ve edeple, şeyhin elini
öper, sonra da koynundan bir ney çıkararak:

* Bu neyden başka dünyalığım
yok. Bu niyâzımı bir hediye olarak kabul buyurunuz efendim. der ve şeyhe uzatır.
Şeyh, neyi alır, öper, dervişe sorar :
* Adın nedir senin?
* Derviş
Mustafa kulunuzum. Itrî de derler.
* Bu ney senin mi?
* Eyvallah!
*
Üfler misin?
* Eyvallah...!

Itrî ney'ini üflemeğe başlar. Birdenbire
sesler susar, tüm davetliler kulak kesilir neye... Bu bir ses, bir nefes değil,
yürekten dökülen âşk nağmeleri... Itrî üfledikçe coşar, coşturur, ney inledikçe
hıçkırıklar artar, gönüller düğüm düğüm çözülür, koca salonda çıt çıkmaz. Neden
sonra Itrî'nin artık nefesi tükenmiştir. Başı şeyhin dizlerine düşer. Şeyh, onu
alnından öperek, ayağa kaldırır.

* Biz postun bahtında, sen dostun gönül
tahtında oturuyorsun. Tanrı âşk derdini arttırsın. Aferin Itrî... diye
iltifatlar eder.
Itrî, o günden sonra, bir süre dergâhın neyzenbaşısı
olarak, Naat-ı Mevlâna'yı burada besteler.

Itrî, aynı zamanda üstad bir
şairdir. Şiirlerini bir arada toplıyan Divân'ı ele geçmemiş ise de; dağınık
şiirlerinden bu konuda oldukça ileri olduğu anlaşılmaktadır.
Devrin padişahı
Sultan IV. Mehmed, Kırım Hanı Gazi Selim Giray, Itrî'yi takdir eden, onu
sarayına alan devlet büyükleri arasında gelir.
Osmanlı Sarayındaki fasıllara
katılan Itrî'nin binden fazla eseri olduğu söylenirse de, bugün bunlardan ne
yazık ki, çok azı elimizdedir. Dinî eserleri arasında Bayram Tekbiri gerçek bir
şaheser olarak, Türkiye sınırlarından taşmış, İslâm memleketlerinde de
okunmuştur. Her mevlevî ayininin başında okunan rast makamındaki Naat-ı Mevlâna
ise ölümsüz eserlerinden biri olmuş, üç yüz yıldan beri okuna gelmiştir. Dindışı
eserleri arasında çeşitli besteleri fasıllarda baş tacı edilmiş, Türk müziğinin
çiçekli bahçesi olarak tanımlanmıştır. Güftesi Nef-î'nin olan:

“Tûtî-i
Mû'cize-gûyem, ne desem lâf değil...” adlı segâh yürük semâîsi, yine güftesi
Nâbi'nin olan:
“Gel ey nesîm-i sabâ, hatt-ı yardan ne haber...” adlı İsfahan
zencîr bestesi ve daha otuzdan fazla bestesi ile Itrî, sözde ve sazda, Klâsik
Türk Müziği’nin zirvesine çıkmış, adını anıtlaştırmıştır.

Itrî müzikten
başka bahçe ve meyveye de meraklı idi. Tabiatı seviyordu. Bahçesinde o zamana
kadar görülmemiş çiçekler ve meyveler yetiştiriyor, yeni cinslerde yeni renkler,
yeni lezzetler ve yeni rayihalar vücuda getirmek istiyordu. İstanbul’un ünlü
“Mustabey Armudu”nu ilk defa Itrî yetiştirdi.
Itrî'nin doğum tarihi kesin
olarak bilinemiyorsa da, ölüm tarihi kesindir. Yetmiş yaşına doğru, 1712 yılı
Ocak ayında İstanbul'da ölmüş, Yeni Kapı Mevlevihanesi dışına gömülmüştür.
Mezarının yeri de kesin olarak bilinememektedir.

.

 

  
6684 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın